27 Eylül 2008 Cumartesi

Alpaslan Dikmen'i kaybettik...


saatiniz..

bir bakıyorsunuz üç
bir bakacaksınız hiç.

ölüm ölüm var sana bir sözüm..

25 Eylül 2008 Perşembe

Kral Lear




sekspirin ölümsüz eseri.. (hep bu tamlamayi kurmak istemistim)macbeth ve hamletin golgesinde kalsa da richard 3 ile birlikte favorilerim arasindadir. sembolik anlatimi, gondermeleri ile anlamasi zordur. dili de digerlerine nazaran agirdir.. yani macbeth ve hamlet best seller niyeti ile yazilmisken kral lear paraya doymus shakespeare in sanat sanat icindir gazi ile yazdigi bir seydir..kitabin hikayesi sudur kisaca.. oyunun daha dogrusu ;kral lear yaşlanmıştır artık degil krallik yapacak seks yapacak gücü bile bulamamaktadir kendinde , krallığını üç kızı arasında bölüştürüp onların koruması altında sarayin bahcesinde meyve yetistirmek, yok efendim loch ness de yatla gezmek balik avlamak gibi hadiselere girip emekliliğin tadını çıkarmak istemektedir. kızlarına gidip "soyleyin bakalim yavrucuklarim beni ne kadar cok seviyorsunuz?" diye sorar.. hesapta aldigi cevaplar ile ülkeyi nasıl bölüştüreceğine karar verecektir.büyük kızları yalakalığın dibine vururlar, yok babacim ben seni mercedes araba ile son surat gitmek kadar seviyorum ne bileyim ben seni parasutlen atlarken gün batini izlemek kadar cok seviyorum falan derler..küçük kız cordelia -sahane bir kiz olmasiyla birlikte-böyle bir saçmalığı reddeder. tabii ki babası tarafından reddedilir fakat olaya şahit olan fransa kralı karakterine ve güzelliğine hayran olup onunla evlenmeye karar verir.gerci bu baglamda fransa kralinin orada aile meselelerinin icinde ne aradigi bir muammadir..lear çok kısa bir süre sonra sahip olduğu gücü dağıtınca elinde hiçbir şey kalmayacağını öğrenecektir, kendisini sonu delilikle biten korkunç olaylar bekler. kücük kizin kiymetini bilir falan.. cok heyecanlidir..macbeth hamlet derken tempest i atlamisiz..
insan kral olsun, iki ihanet üç beş entrikayla karşılaşınca bu kadar kafayı yeyip delirsin, kanaatimce olacak iş değildir. entrikaya bu kadar hazırlıksız bir kişinin onca yıl krallık yapabilmesi, kızlarına yönetimi devredecek yaşa gelene kadar yaptığı onca yıllık krallıkta hiç ihanet ve entrikayla karşılaşmamış olması mümkün değildir. şekspir bizi yiyo gibi sanki. zaten hamlet hamlet dedikleri de aynı şekilde aile içi bir ihanetten kafayı üşüten bir oğul değil miydi? anladığım kadarıyla bu şekspir zamanında karallar kraliçeler, soylular moylular pek bir ahlaklı, pek bir onurlu, bir o kadar da narin ve duygusalmışlar ki saray entrikaları çok çok acayip durumlar olduğundan entrikayla karşılaşan zavallı kralcıklar prensçikler çıldırıp deliriveriyorlarmış, bu durumlar üzerine de destanlar yazılıyormuş. yahut da belki o dönemde de her zaman olmuş olduğu gibi herkes birbirinin gırtlağını kesiyordu ama dönemin paradigması itibariyle bundan söz etmek tabuydu, şekspir de bu tabuyu delirme melirme ayağına dilegetirmeye çalışan siyasi bir cengaverdi. yahut da belki tabu mabu değildi, herşey aleniydi ama dönemin ideolojisi itibariyle şekspir böyle şeyler adamı delirtir, aman ha yanaşmayın mealinde propaganda yapan ucuz bir popülistti. ben ne biliyim amınakoyyim, hiç şekspir okumadım ki. ;)




Bu arada 2009 yılında filme çekilecek olan oyun.ben imdb'nin yalancısıyım ama umarım imdb yalancı çıkmaz.http://www.imdb.com/title/tt1235140/

24 Eylül 2008 Çarşamba

geri döneceksen gitme, gideceksen dönme !

kirpi gibisin çocuk
her tarafın diken
kim elini uzatsa
delik deşik
üstelik sen de kan içindesin...

19 Eylül 2008 Cuma

Belki de sevinçle kucaklaşıp, başlarız kaldığımız yerden..

21.30@haydarpaşa..
Bitti denen yerden başlamak ve gözlerini açmak yeniden!

psndyz.biz!

21.09.2008 deplacement to Ismetpasha!



"kavuşamazsın, aşk olur."

- asik veysel

18 Eylül 2008 Perşembe

git


"yeter ulan" diyebilmek için beklenen onca zamandan sonra tamda bu iki kelimeyi söylemek istediğim zaman diliminde...organizmamdaki hükümdarlığını gösteren kalbim,rahat bıraksa da çıkıverse agzımdan bu iki kelime..ve kendi kendime inanıp 4 elle sarılsam tekrar besteli hayatıma..

şimdi tam şarkıcıya inat -biri bana gelsin- yerine "biri benden gitsin" zamanı...

siktir ol git...

15 Eylül 2008 Pazartesi

Ümit ettirme başka kelam istemem!


Ümit mi? Ümit en son kötülüktür!.. Pandora'nın kutusu açılıp, Zeus'un içinde sakladığı bütün kötülükler dünyaya saçıldığı zaman, orada son bir kötülük kaldığından kimsenin haberi olmamıştı: Ümit. O zamandan beri, insanlar yanlışlıkla kutuyu ve içindeki ümidi iyi şans olarak yorumladı. Fakat Zeus'un arzusunun , insanların , kendilerini işkenceye teslim etmeleri olduğunu unuttuk. Ümit kötülüklerin en kötüsüdür, çünkü işkenceyi uzatır. Birinin kendisini başka birine açması ihanetin kapılarını açar ve ihanet insanı çok rahatsız eder değil mi? Hegel ölüm döşeğindeyken, kendisini bir tek öğrencinin anladığını, ama onun da yanlış anladığını söylemiş! Bu sana birini hatırlatıyor mu? İnsan dostunu, düşmanından daha zor affediyor. bunu da senden öğrendik.. ne kadın ne de erkeğin artık zayıflıklarıyla birbirlerine zulmetmeyecekleri günlerin geleceğini umuyorum. Sizden iyileştirmenizi istediğim Kerem'in bedeni değil , ümitsizliğidir. sevgilerle sayın bayan!

13 Eylül 2008 Cumartesi

Bu kalp seni unutur mu..


"Galatasaray'ı bırakacağım ha? Allah korusun! Allah yazdıysa bozsun! Galatasaray benim dünyam, Galatasaray benim yuvam. nasıl bırakırım Galatasaray'ı?"


Profesyonelliğin kucağında zevkle yatanlara inat,

PEŞİNDEYİZ!

METİN OKTAY

Ruhun şad olsun!

11 Eylül 2008 Perşembe

12 Eylül 1980'de doğanlar 28 yaşında...


1 milyon kişi gözaltına alındı, 1 milyon 683 bin kişi fişlendi. açılan 210 bin davada 230 bin kişi yargılandı, yaklaşık 100 bin kişi 'örgüt üyesi' olmak suçundan yargılandı. 7000 kişi için idam istendi, 517 kişiye ölüm cezası verildi, 259 kişinin idam dosyası meclis'e gönderildi, 55 kişi idam edildi, 17 yaşındaki erdal eren'in yaşını büyütülüp idam edildi, binlerce kişiye müebbet hapis cezası, onbinlerce kişiye çeşitli hapis cezaları verildi.30 bin kişi yurtdışına gitti, 4 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı, 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi sakıncalı olduğu için işten çıkarıldı, 171 kişinin işkenceden öldüğü belgelerle kanıtlandı, işkence sonucu ölen diğer yüzlerce insan resmi kayıtlara giremedi, metris, mamak, diyarbakır gibi büyük cezaevleri işkencecilerin sayısız yeni işkenceyi denediği yerler haline geldi, diyarbakır cezaevinde 14 kişi açlık grevlerinde yaşamını kaybetti, 300 gazeteci saldırıya uğradı, 3 gazeteci öldürüldü, gazeteciler hakkında toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi, 13 büyük gazete için 303 dava açıldı, gazetecilere toplam 3315 yıl 6 ay hapis cezası verildi, gazeteler 300 gün kapatıldı, 49 ton gazete, dergi ve kitap sakıncalı olduğu için imha edildi, 23 667 derneğin faaliyeti durduruldu, 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı.



kısaca; seni sevmiyoruz conan evren. ve hakkımızı helal etmeyeceğiz.


bu arada turkiye cumhuriyeti 'nin temel-degismez ilkelerini yaptiklari kanunlarla, anayasa degisiklikleriyle delenler, bu "buyuk sahsiyetin" kendisini ve diger darbecileri yargilanmasi onundeki en onemli engel olan 82 anayasasinin gecici 2. maddesini neden degistirmezler, bilinmez ! demokrasinin ne anlama geldigini biraz bilen bir iktidar, turkiye 'yi bu ayiptan kurtarir ve gelecekte darbe yapma niyetinde olanlara bir mesaj verir. [kast ettigim iktidar, sadece gunumuzdeki akp iktidari degildir. 82 anayasasinin yururlukte oldugu gunden bu gune kadar ki tum iktidarlardir.]



10 Eylül 2008 Çarşamba

Nedir Bu Atlas Deneyi?



Şimdi efendim fizikten,bilimden zerre kadar çakmayan tüm halk dün televizyon karşısındaydı..Protonun ne olduğunu bilmeyen halk deney için heyecan silsilesine tutulmuş izliyor.1 yandan da fantastik dünyalarının kapılarını açıyorlar.




Dünyanın sonu geldisinden,kıyamet alametlerine kadar.Efendim bu deneyin ne olduğunu araştırmadan önce belirtmek isterim ki evvela yillarca skindirik icatlar bulmakla suclanan, yaptiklari buluslarla dalga gecilen İsviçreli bilim adamlarının, yuzlerimize tokat gibi carpan yanitidir.






Bu deneyin neye yarayacağına gelirsek...En kısasından olay şudur ki elde edilebilecek bir kaç gram kara maddeden tüm dünyanın yaklaşık bir seneye yakın elektrik ihtiyacı karşılanabiliyor sevgili kıyamet tellalları. Ya da gelin hepinizin hoşuna gidecek bir tarafından bakalım.süper iletken bir mıknatısa 2 milyar proton çarptırdıklarını söylüyorlar. kanaatimce mevzu da dikkat edilmesi gereken hassas nokta burasıdır. 2 milyar proton diyor. küresel ısınma, enerji darboğazı, serbest piyasa ekonomisi vs vs derken bu protonların son kullanıcıya maliyeti tanesi 1 ytl den olsa (daha düşük olacağını sanmıyorum) tek satışta 2 milyar para. %30 kar marjı desen 600 milyon ytl.... çek değil senet değil tiko para hemde. güzel iş vesselam. e durum böyle olunca da muasır medeniyet farkı otomatikmen ortaya çıkıyor. sene olmuş 2008, biz hala tokuroğlu kömürcülük ltd. şti. kurup rızkımızı kazanacağız diye uğraşırken elin oğlu hakstıbıl proton a.ş'den tek satışta parayı indirip sonra ömür boyu eller cepte kylie minogue dinleyip evian su içiyor....




Şimdi de korku,heyecan,atraksiyon isteyenlere yönelik fikirlerim var.Bu deneyden elde edilecek sonuçlar ilk kez elde edilir ve gerçekten bilimde çok büyük bir sıçramaya sebep olursa kısa zamanda bunu savaşlarla tecrübe etme veya alet etme durumundan korkuyorum. almanlar antifrizi icat eder etmez en yakın buz kütlesi olan rusya'ya askeri gezi düzenlediler. abd nükleer enerjiyi bombaya çevirdi, daha 40ı çıkmadan japonya'ya salladı, ırak'ta asfalt yol yapıldı 1 bilemedin 2 sene sonra kuveyt'e girdi. gürcistan'da demir-çelik fabrikası kuruldu, jilet üretebilecek teknolojiye kavuştukları hafta güney osetya'ya saldırdılar. oh oh say say bitmedi valla. tabi fatih sultan mehmet'in havan topunu icadıyla istanbul'u fethetmesini de unutmak öküzlük olurdu.




Son olarak öleceğimiz kesinken, neden bu korku ki, anlamsızdır. adını gelecek nesile bırakacak kadar kastıranlar için elbette erken ölmek ve geridede onları anımsayacak herkesle yokolmak biraz acı verici olabilir(Aziz Yıldırım), yanar yıllarına, ama bir karadeliğin beni yutması ve başka bişeye dönüşmek düşüncesi bile heyecan verici aslında. bu alışılmış hayatlarımız nasıl sona eriyor: yaşlan kaza geçir hasta ol ve öl o kadar, ama bir karadeliğe dönüşen dünya üzerinde bir süre yaşamaya devam etmek, ve nasıl olacaksa artık, o an gelip ölmek ihtişamlı, delilik dolu. sonsuza dek bu ruhla yaşamak asıl korkunç olan. herneyse, konu dağılmadan toparlayayım.ne olursa olsun, başarılı olmasını dilediğim, hiç korkmadan, bilakis heyecanla sonuçlarını bekleyeceğim deneydir. antimadde karanlık madde nedir nasıldır bunlara dair sonuç verecek. içsel inanışlarımız içinde oldukça besleyici olacak.




1000proton çarpışma gücünde saldır Galatasaray,Kara delikte de Peşindeyiz!

9 Eylül 2008 Salı

Haydi Bastır Galatasaray!



Turkcell Super Lig

3. Hafta

13/09/08

21:45

GALATASARAY-Antalyaspor

Numaralı Grup 1: 200 YTL
Numaralı Grup 2: 150 YTL
Kapalı Alt Grup 1: 200 YTL
Kapalı Alt Grup 2: 150 YTL
Yeni Açık Alt : 30 YTL
Yeni Açık Üst : 30 YTL
Eski Açık :30 YTL

Kahrolsun lige verilen aralar..

7 Eylül 2008 Pazar

Budizm Öğreniyoruz III



Öğretiler

Buda'nın öğretileri Dharma olarak adlandırılır. Buda Dharma öğretilerinin olduğu gibi kabul edilmemesini söylemiş ve meditasyon gibi birçok zihinsel içe bakış yöntemleri ile doğrulanmasını istemiştir. İnançla değil, ancak kişisel deneyimleme ile bir üstün farkındalık durumu oluşturulabilir ve aydınlanmaya ulaşılabilir.

Karma ve yeniden doğum

Budizmde her canlı sonsuz bir ölüm ve yeniden doğum döngüsü içinde Altı alem denilen farklı yaşam formları arasında tekrar tekrar varolur. Ancak yeniden doğum kavramı diğer dinlerdeki, sabit ve her şeyden apayrı bir varlığı olan “ruhun göçü”, yani reenkarnasyon inancından farklıdır. Bunun nedeni Budizm'e has iki temel kavramdır: anatta, çevresinden bağımsız bir ben olgusunun yokluğu; ve anicca, her şeyin değişime tabi olması.

Karma (Sanskritçe) ya da Pali dilinde kamma kelimeleri, eylem anlamına gelmektedir. Budizm'de ise erdemli (kusala) veya zararlı (akusala) istemlerin ve bunların yol açtığı zihinsel etmenlerin, canlıların yeniden doğum süreçlerini ve kaderlerini şekillendirmesini ifade eder.[7] Olumlu ya da olumsuz her eylemin karması, bizzat o yaşam süresinde veya daha sonrakilerde meyve verecek bir tohum yaratır.[8]

Dört Yüce Gerçek

Dört Yüce Gerçek, ve Sekiz Aşamalı Asil Yol bütün Budist okullarında itibar edilen öğretilerdendir. Budist yazmalarda kaydedildiğine göre, Dört Yüce Gerçek Gautama Buddha tarafından, aydınlanmaya ulaştıktan sonra verdiği ilk vaazda öğretilmiştir.[9]

  • 1. gerçek, Dukkha: acı hayatın ve varoluşun bir parçasıdır.
  • 2. gerçek, Samudaya: acıların kaynağı arzu ve isteklerdir.
  • 3. gerçek, Nirodha: istek ve arzular bırakılırsa acılar sona erdirilebilir.
  • 4. gerçek, Magga: acıların sona erdirilmesinin yolu Sekiz Aşamalı Asil Yoldan geçer. Doğru kavrama, doğru düşünce, doğru söz, doğru eylem, namuslu kazanç, doğru çaba, uyanıklık, ve doğru konsantrasyon.

Sekiz Aşamalı Asil Yol

Bu sekiz aşamalı yol genelde bilgelikle ilgili olanlar, ahlâkla ve eğitimle ilgili olanlar olmak üzere üç ana başlık altında toplanır:

  • Ahlakla ilgili olanlar (Śīla):
1. Doğru söz;
2. Doğru davranış;
3. Namuslu kazanç;
  • Zihin eğitimine yönelik olanlar (Samadhi):
4. Doğru çaba;
5. Doğru farkındalık (Ing: Mindfulness, Pali: Sati);
6. Doğru konsantrasyon
  • Bilgelikle ilgili olanlar (Prajñā):
7. Doğru bakış açısı, doğru görüş;
8. Doğru niyet;

Sekiz aşamalı yolu, her bireyin kendi yorumu doğrultusunda pratik bir sekilde hayata geçirmesine Budizm'de çok önem verilir. Doğru niyetle yola çıkıp, ahlâki bir hayat çerçevesinde, insan zihninin terbiyesi ve eğitiminin en pratik ve dolaysız yolları aranır.

4 Eylül 2008 Perşembe

"Give a man a fish and he'll eat for a day, give a boy a football and he'll completely forget food exists."


sevmiyoruz futbol seni artık mahalle arasında gazozuna oynanmıyorsan.....Lanet olsun Arap Şeyhlerine de,Rus Oligarklarına da......



2 Eylül 2008 Salı

Tatil Dönüşü..


Her tatil dönüşü, yaz bitip hazan bastığında kafamda aynı soruyla dönüyorum şehir hayatına:"Acaba asıl ben, oradaki miydim?Kendimi geride bırakıp mı geldim?"Daha dün, tenha bir koyda samanyoluyla koyun koyuna yatıp ışıktan bir kaydırakla üstüme kayan yıldızları sayarken, şimdi gönülsüz tıkıldığım kalabalık mesai kafesinde, tutsak bir vahşi gibi, kafamı rutin telaşlara çarpa çarpa yalpalıyorum."Asıl ben" ise hâlâ orada, sessizliğin, ıssızlığın koynunda, sema ile derya arasına salmış saçlarını, yüzüyor.
* * *
Belki de biz, yaptıklarımızdan çok yapamadıklarımızdayızdır.Bugün başını kaşımaya vakti olmayan şu nemrut işkolikten çok, açıkta istikametsiz kürek çeken o dünkü haytayızdır. Halen bulunduğumuz mekânda değil, gitmek için yanıp tutuştuğumuz coğrafyalardayızdır.O kaçılamamış yerlerde seferdedir hakiki benliğimiz...
* * *
Belki de söylediklerimizde aramamalıyız kendimizi; biz, dilimizin ucuna gelip diyemediklerimizdeyizdir. Yazmaya can atıp yazamadığımız mektupta, fırsat kolladığımız itirafta, hayalini kurduğumuz serenattayızdır.Ağız dolusu sövmek istediğimize gülümseyerek gömdüysek öfkemizi...Delicesine severken esirgediysek sevgimizi...Biz yitik o öfkede, o metruk sevgideyizdir.
* * *
Vakur bir kadının, maskeli baloda, yüzünü gizleyen tüylü maskın ardında tabularından azat olup havaileşmesi gibi; aslında rol yapan çıplağımızda değil, maskeli halimizdeyizdir. Geceleri bilgisayar başında, hattın öbür ucundaki meçhul kadına kendisiyle ilgili yalanlar sıralayan adam, yazdığı yalanlardaki hercaidir belki de; gündüz gönülsüz canlandırdığı alelade suretinden ziyade...İçi kan ağlarken gülmek mecburiyetinde olan şarkıcı, ters çıkarılmış bir kazak gibi, içindedir aslında; dışındaki kopyasının tersine...
* * *
Utanıp boynundaki kravattan, sokakta üstüne gelen topa vurmayan müdür kıymıştır yüreğinin çocuk yanına...Sakatlamıştır benliğini; sakatlamayayım diye bileğini..."Ya sesimi beğenmezlerse" kaygısıyla nefsini düğümleyip mütemadiyen susan bir solist adayı gibi...Biz, vurmadığımız toplarda, sustuğumuz şarkılarda, binmediğimiz paraşütlerde, çıkmadığımız seyahatlerdeyiz.Yapmayarak, söylemeyerek, gitmeyerek ruhlarımızdan kopardığımız parçalardayız. O parçalardaki biz, geride benzer posalarımızı bırakmış, yüzüyor batan bir günün eteğinde, bakırlaşan durgun bir denizde...Ve ben her yaz sonu, tatil bitip hazan bastığında aynı soruyla dönüyorum evime:"Acaba asıl ben, oradaki miydim?Kendimi geride bırakıp mı geldim?"

Not: Yazının alayı alıntı olup,yazan kişi her hakkını saklamıştır.