30 Aralık 2010 Perşembe

Biz



Bir kardeşliğe kendimizden bile daha sıkı bağlananlardan, birbirimizi asla satmayacak ve satanları unutmayacak olanlardanız.

#bir gün elbet cob!#

10 Aralık 2010 Cuma

Trakya'dan Kopamayanlar..

Sıkça anar,özlerdik o sahil kıyısını.Tekrardan oraları görmek için sebep ararken sebep ayağımıza geldi..

2'nci Kor. İs. A. K.lığı GELİBOLU/ÇANAKKALE

voda gider askere..

4 Aralık 2010 Cumartesi

Hıyar!


Tepkisizleştirilmeye çalışılan bir tribüne karşı,
yaşasın hıyar kültürü!

24 Kasım 2010 Çarşamba

16 Kasım 2010 Salı

Koca Adam

Kalbimizde yaşıyorsun !

12 Kasım 2010 Cuma

Haftanın Sonu

Tekerlekli Sandalye Basketbol Ligi / 1.Hafta
Galatasaray - Beşiktaş
-
14 Kasım Pazar 19:00
Süper Lig / 12.Hafta
Galatasaray - Manisaspor

9 Kasım 2010 Salı

Unutuldular..

Hep ayrılık aylarında sararıp solmuş yapraklarla dolu olan bu yolda yürümeyeli uzun zaman oldu.Yağmurun altında yine aynı bankta oturdum.Geldiğim yola baktım ve geçen yılları düşündüm.Sonra gideceğim yola baktım ve gülümsedim.Aradan yıllar geçti, ama senin adın bile geçmedi aklımdan..

22 Ekim 2010 Cuma

Damardan...


...bir doz Hagi verdiler. Bilir misin bilmeyiz, onun bu damarlarda yeri başkadır. Bu yüzden sakinliğimiz. İçerideki irin akasıya kadar da uyuşturulacağız. İltihap boşalınca belki bir gün, sen de hatırlanırsın. Belki de kimse hatırlmaz, söz de vermeyelim. Bu işler böyle. "This is football" demişsin ya işte. Ama biz kimlere nasıl harcandığını hatırlayacağız, kendini yem edişine kızacağız; millet virgüllerle noktaların arasında, 433 235 bloklararası laflarının gölgesinde sana giydirirken.

18 Ekim 2010 Pazartesi

Gözyaşında Hınç Olmalı

Yarın bizim yılmayasın
Yüreğinde güç olmalı

17 Ekim 2010 Pazar

Hesap Verme Vakti

Fatura kesim günlerine geldik. Sırf khalkedon dönüşü hoca kovduk dememek için şimdiden paketlemeye başlama, takımı sabote eden adamlara birer şans daha verme, asıl çürüyen yerlerimizin üzerine toprak kürüme mevsimi.
Böyle gündemin içine sıçayım.

1 Ekim 2010 Cuma

Nizam...


Galatasaray tribunlerinin rant beklemeden ( bir kase corbadan gayri) en fazla yolunu yapan, en gariban adamini bugun kaybettik... O eski nostaljik gunlerini hatirasini kaybettik.. Rahat uyu Nizam....

Acilisa Manu Chao Isteriz Kampanyasi

22 Eylül 2010 Çarşamba

Geçmiş Olsun r@mço

bizim zaten bir "ciğerimiz" vardı, o da sendin kanka..

20 Eylül 2010 Pazartesi

Mutlu Ol!


Bir çift renk uğruna bir minibüs içinde hayatın farklı köşelerindeki adamların yol yaptığı, aradaki amansız mesafelere aldırmadığı güzel yıllardı..
O hayatın farklı köşelerindeki adamlardan birinin bugün kilometreleri sıfırlayıp, mutluluğa doğru yol alma günü.
Hep gülen yüzünle bir ömür boyu mutlu olasın..

PEŞİNDEYİZ!

Bir sabah kapıya bir minibüs yanaşır, yine gideriz eskisi gibi..

13 Eylül 2010 Pazartesi

30 Ağustos 2010 Pazartesi

Dünya Dönüyor..

Üç gün önce küfürleri saniyelere sığdırmaya çalışanlar, bugün gelen üç gol, iki haftalık ara, bir de Yeşilköy'e inmesi beklenenleri birleştirip üçü bir arada kahve yaptı yüzsüzlükleriyle içiyorlar. Afiyet olsun!

This is Anfield!


Kısa süren yaz mevsiminin sonbaharla kucaklaşmak üzere olduğu Ada'da ligin başlamasıyla dünya kupasından kalan futbol tatminsizliği nihayet sona eriyordu.Hafta sonu atkı,forma kombinasyonlu kitlelerin metrolara yığılması,publarda 90 dakikaya sığan bira miktarının tavan yapmasıyla futbolun tutku ülkesinde bir kaç aylık pause tuşuna basılan hayat,yeniden başlıyordu.Gazetelerde uzunca süren transfer spekülasyonları,ülkenin dünya kupasındaki başarısızlığı,Peter Crouch'un alkollik halleri,Ashly Cole&Cheryl Cole ikilisinin gına getiren ilişkileri yerini futbola,fikstüre,takımların durumuna bırakması şüphesiz en çok sevindirici olandı.

Gezelim-Görelim mottosunun stad-futbol ikilisine uyarlanmasıyla,ucuz bilet ve Anfield Road etkenleri birleşince kendimi Liverpool yolunda bir otobüste buldum bir hafta içi günü.Liverpool 36 yıl öncesinin aynı rakibi Trabzon'la oynuyordu.Her ne kadar yılda iç sahada ortalama 30 maç yapan Liverpool'un memleket takımı ile yaptığı maça gitmeyi sorgulasam da,sıradan maçtan öte bir gidiş olduğu için yol aldım.

Yaklaşık dört buçuk saat kadar süren yolda İngiltere ligi puan tablosundan farksız karayolları mesafe tabelaları,arabalarda bizim memlekete ait farklı formalı onlarca insan,mola bölgesinde yaş ortalaması 21-22 olan 36 yıl önceki galibiyeti yaşamışcasına birbirine anlatan yurdum insanlarıyla garip bir yol hikayesi yaşıyordum.Kuzeye doğru yol aldıkça soğuyan hava,delicesine yağan yağmurla birlikte sonunda şehre adım attım.

Maçın başlamasına kısa bir süre kaldığından fotoğraf ve gerekli gezelim-görelim incelemesi için yağmurla inatlaşırcasına yürüdüm.Dışarıdan verdiği ilk izlenimle alakası olmayan bir staddı Anfield Road.Hafta içi iş koşuşturmasından çıkan şehrin insanlarının yavaş yavaş stada gelmesiyle ortalık hareketleniyordu.Sarı-Kırmızı atkıyı görüp gülümseyen,soran,ne 2005 finalini,ne İstanbul'u ne de Galatasaray'ı unutmayanları gördükçe keyif bir kat daha artıyordu.

Yavaş yavaş stadın etrafında yürürken sessiz bir kalabalıkla karşılaştım.Yağmurun altında mumlar yakılıp sessizce gösyaşları dökülüyordu.Bunlar 1989 yılındaki Hillsborough faciası içindi.Bir hata sonucu kaybedilen 96 can.Aradan geçen 21 yıl onlar unutmamıştı.Yüzlerindeki ifade ve gözyaşi sanki daha dün yaşanan bir olayın acısı gibiydi.

O kalabalığın hemen yanında kafamı kaldırdığımda Liverpool'la özdeşleşmiş o söz kapının üzerinde duruyordu..'You'll Never Walk Alone'..İronik gelmişti bana bu çok.Yitirilen onca insan için gözyaşı dökenler birazdan bu sözleri bağıracaktı stadda.Garip bir havası vardı bu şehrin sanırım söyledikleri gibi basit bir şarkıdan çok ötesiydi..

Liverpool ve tribün kelimeleri yan yana geldiği anda ağızdan çıkan ilk kelime olan 'KOP'a ulaştım.Kalabalık taraftar grubu,keyifle tüketilen biralar,söylenen şarkılar bahsedilen tribünden ipuçlarını dışarıda veriyordu.Yağmur artık isyan ettirme noktasına gelmiş ve maçın başlamasına kısa süre kaldığı için stada girme vaktiydi.Bir süre beklemenin ardından içeri daldım.

Dışarıdan görünümü ile hiç bir alakası olmayan,tabiri caiz falan değil bildiğin kutu gibi bir stad karşımdaydı.Çatı hariç herhangi bir yerinden rüzgarın dahi giremeyeceği kapalı bir kutu.İster istemez yıllardan beri merak ettiğim,ambiyans denildiği zaman sürekli konuşulan bir stadda olduğum için garip bir hissiyattaydım.Burada bırakın stadın hepsini,bir kısmının bile bağırdığında oluşabilecek gürültüyü kestirmek zor değildi.

45 bin kapasiteli Anfield Road sanırım her futbolseverin sahip olmak isteyeceği stadlardan biriydi.Maçın başlamasına kısa bir süre kala stad boşluk kalmayacak şekilde doldu.Anfield Road yavaş yavaşç havasına giriyordu.
Bir anda garip bir ses yükseldi tribünlerde.Baştan anlamsız bir şekilde bakarken onların bu takıma dair belkide her şeyi,bayrak adamı,mücadele simgesi Gerard sahadaydı.Yüzlerdeki ona karşı olan sevgi çılgınlığını görünce bir yere gitmemesi için ne kadar çok nedeni olduğunu daha iyi anladım.

Takımlar sahaya çıkarken tribünler hazırdı.O sırada KOP'tan yükselen beklenen tezahürat dudaklardaydı.Stadda bulunan herkes ' You'll Never Walk Alone' diye haykırıyordu.Gerçekten zamanında televizyonlardan izleyip,dinlediğimiz ambiyanstan çok daha fazlasıydı.Bir şarkıdan,bir tezahürattan öteydi sanki.Ayin gibi..


Maç boyuncca sahaya odaklanarak futbol izleyen binlerce insan,ayakta maç izlemenin garipliğine bakan Liverpool'lular,KOP tarafından ara ara söylenen tezahüratlar ve Liverpool'un 1-0 üstünlüğü ile biten maç Anfield Road'a dair beklentileri fazlasıyla karşılamıştı..

O gün yağmurun altında muhtemelen evdeki oyun konsolları başından Liverpool için kalkmış onlarca çocuk babalarıyla maça gidiyorlardı.O insanların yüzündeki mutluluk,herkesin üzerinde takıma ait bir parça armalı ürün,21 yıl önceki faciada ve daha kaybedilen niceleri için her maç günü yakılan bir mum bu şehrin takımının neden Asla Yanlız Yürümeyeceğini fazlasıyla anlatıyor..

@Anfield,Liverpool

Walk on,walk on
with hope in your heart
and you'll never walk alone,
You'll Never Walk Alone!






























20 Ağustos 2010 Cuma

Adnan Sezgin Detected


Profesyonel futbol tarihinde ilk kez bir kulüp başkanı ve kulüp muhasebe müdürü hakkında “emniyeti suiistimal” etmekten suç duyurusunda bulunuldu.

İstanbulspor’un eski başkanı Adnan Sezgin ve eski muhasebe müdürü Ateş Salcıoğlu’nun görevde bulundukları dönemdeki mali uygulamaları, İstanbulspor Denetim Kurulu üyeleri tarafından incelenerek, kanunsuz olduğu düşünülen faaliyetler tespit edildi.

Dosyada, kayıt dışı ekonomi ve vergi yolsuzluğu gibi “alışılagelen” pek çok madde yer aldı.

Ancak usulsüzlüklerin arasında en ilginci, Beşiktaş’ı 2 – 1 yenen İstanbulspor’un, bir hafta sonra oynadığı ve kaybettiği Ankaragücü maçının ardından dağıtılan primdi.

Saidou’nun yaptığı! Skandal, aldıkları paralar karşılığında başka hiçbir futbolcunun makbuza tarih atmamasına karşın, sadece Saidou’nun makbuzun üzerine 12 Mart 2004 tarihini yazmasıyla ortaya çıkardı.

O tarihte, İstanbulspor’un, Ankaragücü karşısında aldığı mağlubiyetin ardından prim dağıtılmasının anlamsız olduğunu düşünen denetçiler, bir hafta önce İzmit’te İstanbulspor’un 2 – 1′lik galibiyetiyle sonuçlanan Beşiktaş maçının isim listesine bakınca, kayıt dışı ödemedeki enteresanlığı belirledi.

12 Mart 2004′te 31 kişiye dağıtılan “prim listesi”nde ilginç detaylar vardı. Karşılaşmaya ilk 11′de başlayan sporcular 6′şar, yedek ve sonradan giren futbolcular 4′er milyar lira alırken, diğer futbolcular ve kulüp çalışanları daha az miktarlarla ödüllendirildi.

Kulüp kasasının o tarihte boş olması, dağıtılan primin nereden geldiği sorusunu da beraberinde getirdi. Olay, suç duyurusuna, hukuki sebeplerle “teşvik” olarak yansıtılamazken, denetçiler “kayıt dışı gelir – gider” gerekçesiyle Sezgin ve Salcıoğlu’nun ifadelerinin alınması gerektiğini belirtti.

Bedava transfer Dosyanın can alıcı noktalarından bir diğeri de, İstanbulspor’la Fenerbahçe arasında gerçekleşen Mehmet Yozgatlı ve Ivaylo Petkov transferlerinin belgeleri.

İstanbulspor’un resmi defterlerinde 3 Temmuz 2003′te Fenerbahçe’ye satılan Selçuk Şahin’in bonservis ücreti 2 trilyon 860 milyar lira olarak gösterilirken, 1 Eylül 2003 tarihinde yine Fenerbahçe’ye satılan Petkov ile 29 Ocak 2004′te satılan Yozgatlı’yla ilgili fatura ve tahsilat makbuzunun olmayışı dikkatlerden kaçmadı.

Yozgatlı’nın medyaya “2 milyon dolar”, Petkov’un da “1 milyon dolar” olarak yansıyan transferleriyle ilgili kayıt bulamayan kulüp denetçileri, bunun üzerine Fenerbahçe Kulübü’ne başvurdu.

Cebe konan çekler Fenerbahçe Hukuk İşleri Müdürü Metin Özer imzasıyla gelen yanıtta, Yozgatlı’nın 270 bin dolar ödenerek, Petkov’un da “serbest oyuncu” statasüyle transfer edildiği ve bu yüzden bonservis ücreti ödenmediği bildirildi.

Denetçilerin kulüp muhasebe personeliyle yaptığı görüşmede, şu anki finansman sorumlusu İlksen Sözer, “Petkov’dan 600 milyar lira geldi. Ancak kasaya resmi girişi yapılmadı” dedi.

Altyapı İdari İşler görevlisi Ahmet Coşkun’un “4 çeki Adnan Sezgin cebine koyarken gördüm” şeklinde ifade vermesi, resmi kayıtlarda hiçbir hareketin gözükmemesi, Sezgin’in o çekleri ne karşılığında aldığı ve ne yaptığı sorusunu akıllara getirdi ve savcılığa yazılı ifade alması için başvuru yapıldı. Savcı denetçilerin iddialarını doğrularsa, Adnan Sezgin görevi suiistimalden 2-5 yıl arası hapis istemiyle yargılanacak.


-alıntıdır-

6 Ağustos 2010 Cuma

Geçmişte Kalamayanlar

Yine böyle sıcak bir geceydi yıllar önce balat kıyısındaki antreman sahasına tel örgülerin altından girdiklerinde.Kaleciler çalışsın diye iple bağlanmış topu geri vermemek üzere aldılar. Koskoca antreman sahasında ikişerden çift kale maç yapmaktı istedikleri.Biri dayanamadı tabi, kustu santraya.O gece herkes kusmuştu.Kafalar hep güzeldi o gecelerde.Bazen Zeytinburnu sahilde, bazen istasyonun ordaki meyhanede,genelde İstiklâlin kuytu köşelerinde.Arada sırada Karacaahmet'te mezarlıkların ortasında bir evde.Daha sonra Ortaköy'de köprünün dibindeki meskende. Gece olunca şehirdeki boşluklardan boşluk beğenilirdi, eldeki siyah poşetlerle...

23 Temmuz 2010 Cuma

Özledik!


Sarı kırmızı formayı giymenin düşlerini kurarken

Onu , top toplarken hayranlıkla izleyen

gerçek GALATASARAY'lıyı ÖZLEDİK!..

5 Temmuz 2010 Pazartesi

16 Haziran 2010 Çarşamba

Haziran


Üniversiteden yol alalı bir yıl olmuş.Bugün alt dönemin kep,cübbe kombinasyonlu fotoğraflarını görünce anımsadım.O günlerde içinde bulunulan düşünceler mezuniyetten çok daha önemli olduğu için ne bittiğini anlayabilmiş ne de o bahsedilen sevinci yaşayabilmiştim.

Gariptir aslında Haziran ayı bizim için.Her yıl aynı dönemlerde radyodan gol haberi beklercesine farklı şehirlerden 'Bitti' kelimesi duymak için telefonlar açılırdı.Çoğunlukla cevap değişmese de 'seneye bitiyor' temennisi hiç eksik olmazdı.

İçinden çıkılmaz duruma dönmüş 'Konya',uzatmalarda dört dönemlik krediyi,iki döneme sığdırıp,bitmez diyen bütün akademik personele en hafif tabiri ile nah çekip ilk yolcusunu Ankara'ya uğurlamıştı.Oturup hesaplar yapılırdı duvarları dumandan sararmış,loş ışıklı evde.Biter mi acaba diye sorarken geceleri hiç inanılmazdı biteceğine.Bitti,yıllar oldu..

Bir sonraki dönem mikrofonlar diğer şehirlerden gol haberi gelmeyince galibiyet için uzatmaların bitmesini bekleyen Kütahya'ya dönmüştü.Sekiz yıldı.Dile kolay sekiz uzun yıl.Haydarpaşa'dan yol alınan her dönem bir umut vardı içte çok inanılmasa da.Bazen yola çıkarken son gidiş denirdi.Yanacaksa yansın yıllar olmadı deriz denirdi.Belki de direkten dönen bir diplomanın koparılıp İstanbul'a kaçarak gelinmesiyle oda bitmişti.

Yine Konya'daydı kulaklar bir süre sonra.Yollarda,rakılı gecelerde,bir rüyanın peşinde geçen yılların ardından son virajda arda bakıp,elde ki yirmisekizle imkansızı denemiştim.Sınav dönemi sabahın fakülteye ilk ulaşanı akşam son çıkanıydım hep.Üç sınav düşüyordu gün ortalamasına.Her sabah 'Belki' ile güne uyanıp,eve dönerken ise önümüzdeki yılı düşünüyordum.Bir de o dönemin iz bırakan kadını vardı nasıl unuturum.Sabahın altısında çölün ortasındaki bir şehre güneşi doğdururken,notları bir kenara bırakıp,yeni bir günde yine onunla görüşebilecek olmanın mutluluğunu yaşıyordum mezuniyette neydi ki?Herkesin bavulunu hazırlayıp,okulu bitirenlerin ev eşyalarını dağıttığı bir dönemde uzaktan izlemek ne garip hissiyattı.Önümüzdeki yıla dair planlar kurarken,güzel bir insanın soluk soluğa açmış olduğu telefonla 'Bitti' haberini almıştım.Evet bitmişti.Son kale düşmüştü..

Vize,final,not üçlemesinin geçtiği her yerde akla ilk gelen,her Haziran 'acaba bu yıl olacak mı?' sorusunun sorulduğu Trakya'mızın kafası güzel şehri Edirne'de yine Haziran yine beklenti zamanıydı.Diğer yıllara nazaran inancın tavan yaptığı,dolu dolu sekiz yılın,anlatılmaz anıların,sıkıntıların,artık ben vazgeçtim zamanlarının,uzun dönem askerliklerin hesaplandığı yıllardan,kederli gecelerden sonra kısa bir süre önce geldi ve belki de en çok beklenen bir diğer 'Bitti' haberi.

İşin İstanbul ayağı için ne yazsam bilemedim.Hala devam eden bir okul aynı anda hayatın farklı bir tarafına devam eden hayat.Bu Haziran'da olmadı zaten beklenmiyordu da.Umutlar gelecek yıllara kaldı.Son 'Bitti'yi duyabilmek için.

Bitti,bitiyor,bitecek derken geriye dönüp baktığımızda yılları yemişiz bu Haziran'da da bunu anladım.Hayatımızda sürekli bir şeyler bitiyor.İsteyerek bitirmek istediklerimiz dışında,bir de bittiğinde acı verenler var ki onlar için bir şey yazasım gelmiyor.Haziran bizim sadece mutlu bitimlerimize dair olsun.Yaşasın mutlu Haziran'lar!

16 Mayıs 2010 Pazar

Sezon Sonu



bana yar olmayan devr-i devranın,
izzet-i ikramını sikeyim.
yansın ibnelerin alayı,
su veren itfaiyenin hortumunu sikeyim.

neyzen tevfik

Eve Dönüş...

5 aylık hasret biter..




Merhaba, Ey kavgamızın şehri...



6 Mayıs 2010 Perşembe

29 Nisan 2010 Perşembe

1 MAYIS ;


Sisteme entegre olmuş, sınıf bilinci olmayan işçi yığınlarının davullu zurnalı bayramı değil, kavga günüdür. Burjuvanın bin yıldır tekrarlamaktan yorulmadığı provokasyon hikayesinin, Haymarket'ten 77'ye kadar her mayıs şafağında ısıtılıp önümüze sunulması, mücadele alanlarını dolduracak sınıfın öncü güçleri için bir şey ifade etmemektedir.

Burjuva paronoyasından çıkan şartlanma gereği, 2010 da bölücüler karıştırır , 77'de Maoculardır, 1886'da polise dinamit atan devlet düşmanları. Uyanın! Devlet bayraklı kutlamalar sarıların olsun, biz,kavga alanlarını anarşizmin siyahına boyayacağız.

22 Nisan 2010 Perşembe

White Hart Lane!



Uykusuz ve bol biralı geçen cuma gecesinin ardından uyanıp internette görülen Tottenham-Chelsea maçının akşam üstü olduğu haberi bir anda heyecana neden oldu bünyede.Henüz Ada'ya ayak basalı daha bir kaç gün olmuşken bir acabayla kendimi undergrounda attım.

Sırt çantasına koyulan bir sandviç,iki birayla başladı yolculuk.Batı Londra'dan kuzeydoğuya ulaşmak çok uzun sürmese de biraz zaman alacaktı.Yol boyunca biletin fahiş bir fiyatta olacağı,biraz olsun maç günü havasını soluyup geri döneceğimi düşündüm giderken.

45 dakika kadar bir yolculuktan sonra undergroundtan inip stada doğru yürümeye başladım.Yavaş yavaş atkı forma kombinasyonu göze çarpmaya başlamıştı.Stadın çevresine vardığımda yaşı ortalama 60 olan iki üç tane karaborsacıdan nabız yoklamak için bir fiyat sordum.Saat 15.30 Londra borsası 48 poundluk bilete 100 poundluk fiyat biçerek bileşik endekse nah alırsın bu fiyata bileti diyordu.Maça girip girememe kaygısı taşımadığımdan biramı açıp ortamın keyfini çıkarmaya çalıştım.Bir kere alıcı olarak yaklaştığım için her 15 dakikada bir farklı bir borsa mensubu yaklaşıp ne kadar verebileceğimi sordu.Sallasan 22 den fazlası çıkmaz dediğimde bugün senin günün değil cevabıyla karşılaştım gülünerek.

Biralarımı bitirdim.Saat 17.25 te bugünün benim günüm olduğunu kabul eden 1 saat öncenin taşak geçen borsacısı usul usul bileti uzatarak 22 pounda bileti vermenin dayanılmaz hissiyatını yaşıyordu.Koşarak biletin gösterdiği kapıdan içeri dalıp tıklım tıklım stadyumda beni bomboş bekleyen 276 numaralı koltuğuma geçtim.Her iki yanımdaki Spurs'lulerın nazik bir merhabasıyla yerime oturdum.Tottenham çok iyi bir oyunla ilk yarıda 2-0 öne geçti.Devre arası takımlar soyunma odasına giderken bende bira takviyesi için içerideki kuyruğa daldım.Garip geliyor böyle şeyler adama maç başlamak üzereyken stadyuma geliyorsun koltuğun boş,devre arasında 15 dakikaya kaç bira sığdırabiliyorsan içip tribüne geri dönüyorsun...

İkinci yarı Tottenham attığının en az iki katı kadar daha gol kaçırıyor.Sahada bu toprakların bana göre suyun karşı tarafını temsil eden ekibi konumundaki Chelsea'nin ezildiğini gördükçe dahada keyfileniyorum.Tottenham'lılarda güzel futbolla birlikte ara ara sesi iyice yükselen şarkılar söylüyor.Maç Chelsea'nin son dakikalarda attığı golle 2-1 bitiyor.Güzel bir cumartesi günü,harika futbol ve güzel bir maç keyfiyle kendini geceye doğru bırakıyordu..

48 Pound'luk bilete 22 pound , devre arası biraya 3 pound,
5 gün içinde önce Arsenal'e sonra Chelsea'ye koymak paha biçilemez..

12 Nisan 2010 Pazartesi

Bir Veda Havası


Sorgulamadan,sessizce,içimde büyüyen suskunluklarımla,
hayatımda bıraktığın tüm izlere inatla,
Seni hatırlatmayan bir yer bulmaya gidiyorum..
Hoşçakal iki gözüm hoşçakal..

08:50
Atatürk-Heathrow