28 Eylül 2009 Pazartesi

Gözlerimde Yaş, Kalbimde Sızı..

dün sabah 11'de abimizin yanındaydık..

Direnistanbul - İsyan Vakti!

6-7 ekim 2009 imf-dünya bankası istanbul kongresi



imf ve dünya bankasını durduruyoruz!
anarşist ve anti-otoriter yoldaşlara çağrımızdır,
küresel kapitalist elitler yeni sömürü planlarını istişare etmek için
istanbul'a geldiklerinde sokaklarda isyan ve direniş ateşiyle
karşılanacaklar.

soyup soğana çevirilen, evsizleştirilen, yaşadığı topraklara
yabancılaşarak göç etmeye zorlanan ve göç ettikleri ülkelerde acımasız
göçmen yasalarına maruz bırakılan, herhangi bir muhalefet kıpırtısında
bile polis-asker devletiyle karşı karşıya bırakılarak muazzam
baskılara uğrayan, hapsedilen, katledilen dünya halklarının küresel
öfkesi istanbul sokaklarına bir ayaklanma pratiği olarak
yansıyacaktır. küresel kapitalistler ve onların yerli hükümetleri
bilmeliler ki seattle'da, cenova'da, prag'da, atina'da ve
strasbourg'da olduğu gibi daha fazla sömürü planına karşı daha fazla
direnişle karşılaşacaklar...

"dünyamızı bize dar edenlere istanbul sokaklarını dar edelim", "imf ve
dünya bankasını durduralım" diyorsanız kara blok'un isyan ve direniş
girişimine omuz verin!

bizi nerede bulacağınızı biliyorsunuz!

kara blok çağrısı

26 Eylül 2009 Cumartesi

Hiç Uyumadık, Sen Gelmedin Abi..

tribün emekçileri yine hiç uyumadılar abi. cuma gece 22:00'de başladılar çalışmaya, cumartesi sabah 07:00'de bitirdiler. herkes senin icin bi seyler yaptı. herkes seni çok özledi. abi bazen aklıma ne geliyor biliyor musun. hani gecenin 2 buçuğunda arayıp ataşehire çağırırdın ya bizi, abi bişey lazım mı dediğimizde her seferinde kumpir isterdin. beraber sabahlara kadar senin eski röportajları izlerdik. sen anlatırdın biz dinlerdik. bazen de hiç dinlemezdik, çok kızardın bize. habersiz gidilen her deplasmanda, birilerinin bize bi telefon uzatıp senin aradığını söylemesini özledik. "gidecek başka yer bulamadınız mı lan" deyişini özledik.
ama en çok; eski açıktan bize gülümsemeni özledik Alpaslan abi..

25 Eylül 2009 Cuma

Yavru! vatan...volume 1

Uzun zamandır klavyeyi bu kadar özlediğim olmamıştı ve bu kadar kısa sürede pc'yi terketme mecburiyetim.Binbir dalavere ile komutandan alınmış 0.25 günlük çarşı iznimi gecirmek için,%80i rum,geri kalan %20 si sokak köpekleriyle dolu,çarşısı olmayan bi köye yönlendirilidim ve mucize eseri bi internet cafe bulabildim...
Anlatılacak çok şey var belki ama "yavru" ön adıyla bildiğimiz bu vatandan pekte fazla hatıra kalsın istemiyorum ne bende ne de blogta...Askeriyenin sivilden daha iyi oldugunu iddaa edebilecegimiz ender yerlerden biridir burası..Biz baba şefkatiye yaklaşsakta sivildeki yavru vatan insanlarına,yavrular coktan babayı sikmeyi kafaya koymuşlar bile..
Ama herşey de kötü gidiyor diyemeyiz..Yemekler yenemeyecek hatta bakılamayacak tarzda olsa bile,gümrük aracılığıyla zula edilmiş absolutle,rum köylüsüne telerin ardından kadeh kaldırarak ve sabah iştimasına akşam katılabilerek gecirdiğimiz günlerde oluyo burda...Sağolsun sakarya tribününden güzel bi kardeşim,bana hiç yabancılık cektirmedi burda...maçları izleyebilme gibi bi nimet te var ayrıca..Digitürk,17 iskemle ve coğu suyun öbür tarafından olma 92 asker..Muhtemelen 10.hafta burdaki asker mevcudunda azalma ve paralelinde revire cıkacak insan sayısında artma olabilir.
Kıbrıs harekatından kalmış olsa gerek bir de telefon kulübesi var,ayda bir çalışan..ki muhtemelen o günde bana denk gelmez.
Süresiz olarak kilitlenmiş çarşı iznimi tekrar normale döndürebildiğim sürece uğrarım buralara.
Bu arada kapalıdaki o arka teneke bölmeyi de fazla zorlamayın artık,havalar soğumuştur,hasta olursunuz..

soğuk memleketin sıcak çocuğundan selamlar

21 Eylül 2009 Pazartesi

Nonda`dan Asagiya Kasimpasa


Inadina GALATASARAY!

Kasımpaşa - Galatasaray maç öncesi

saat 19:00 kasımpaşa - galatasaray
kale arkasındayız demiştik..

20 Eylül 2009 Pazar

Bir Bayram Sabahi Gurbette Yapayalniz Bir Adam..


yoldaşlar, nasip olmazsa görmek o günü,
ölürsem kurtuluştan önce yani,
alıp götürün
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni.

hasan beyin vurdurduğu
ırgat osman yatsın bir yanımda
ve çavdarın dibinde toprağa çocuklayıp
kırkı çıkmadan ölen şehit ayşe öbür yanımda.

traktörlerle türküler geçsin altbaşından mezarlığın,
seher aydınlığında taze insan, yanık benzin kokusu,
tarlalar orta malı, kanallarda su,
ne kuraklık, ne candarma korkusu.

biz bu türküleri elbette işitecek değiliz,
toprağın altında yatar upuzun,
çürür kara dallar gibi ölüler,
toprağın altında sağır, kör, dilsiz.

ama bu türküleri söylemişim ben
daha onlar düzülmeden,
duymuşum yanık benzin kokusunu
traktörlerin resmi bile çizilmeden.

benim sessiz komşulara gelince,
şehit ayşe'yle ırgat osman
çektiler büyük hasreti sağlıklarında
belki de farkında bile olmadan.

yoldaşlar, ölürsem o günden önce yani,
- öyle gibi de görünüyor -
anadolu'da bir köy mezarlığına gömün beni
ve de uyarına gelirse,
tepemde bir de çınar olursa
taş maş da istemez hani...

Yılın Maçı : Rakı - Balık

hani bazen o hafta başka bir maç varken futbolcuların aklında bir sonraki maç olur ya, bizimde beşiktaş ve panathinaikos maçları aynen o havada geçti sayılır. hatta bir önceki maç falan da değil, daha fikstür çekildiğinde, milli maç araları, ramazanı, kandili, bayramı herşeyi hesaplandı bu maç için. eğer federasyon maçı olimpiyat stadında oynatma kararı alsaydı siyah çelenkle birlikte leventteki federasyon binasına gidip eylem yapmayı bile planlamıştık. ve işte istediğimiz oldu, büyük gün geldi. kasımpaşa maçı pazartesi akşamı 13.500 kapasiteli kasımpaşa stadın'da oynanıyor.

21/09/2009 21:00
Kasımpaşa RTE Stadı
rakı balıkla, kale arkasındayız !

17 Eylül 2009 Perşembe

Olur Boyle Vakalar, Turk Polisi Goz Yumar


Ey Istanbul Emniyeti, Ey Sanli Turk Polisi...
Bu adama yurtdisinda dedin, o sebepten yakalayamiyoruz dedin. Peki bu adam yurtdisindaydi da ulkeye nasil girdi? Girerken seni gozlerin nereye bakiyordu? Hayir degildi madem 197 gundur Bahcelievler`de nasil bulamadiniz? Ey dersaadet Valisi boyunsuz Muammer Pasa, artik utanmayacagini biliyorum da, ne olursun arlan be adam! Televizyonlara cikip polisimizin basarisi zart zurt demeye nasil yuzun tutuyor? Beyfendi kendi rizasiyla teslim oluyor (hem kendi teslim oldugu icin hem de 18 yasini henuz doldurmadıgı icin cok buyuk bir ihtimalle saglam bir ceza indiriminden faydalanacak... bu ayıptır, çok büyük bir ayıptır...), uzerine bir de sov yapiyor. Yok karni acmis yok sakallar falan. Saclar duzenli kesilmis, piril piril kiyafetler. O kadar mide bulandirici ki ne konuyla ilgili okuyasim ne yazasim var aslinda. Birde bu avukati olacak lavuk iki kelimesinden birinde katile cocuk, kurbana genc kiz diyor. çocukları karıştırmasınlar bu işe! ben boyle hayasızlıklara boyle komikliklere sahit oldugum icin cok feci utaniyorum. Haftasonu taraftara biber gazi sikan, Beyoglunda gosteri yapan, harc artislari sebebiyle hakkini arayan, uc kurus maasla gecinen ailesi tarafindan birakin saklanmayi karnı zor doyurulan ogrencilere tekme tokat giren bu emniyet değil mi. ben mi kabustayim? onlar çocuk degil mi? tabii haklılar, cemin ailesi var, goz gore gore yetmiş milyonla tassak gecen bir ailesi var. digerleri onun bunun cocugu..

16 Eylül 2009 Çarşamba

14 Eylül 2009 Pazartesi

'Sol açık'tan mektup'

Sayın Kenan Bey; artık sayenizde okumuyor, düşünmüyor, statik bünyelerimizi okeyle, kingle, batakla tıka basa dolduruyor, boş vakitlerimizde nü resimlerin önünde 17 yaşımızın geç kalmış tatminlerini kolluyoruz

Sayın Kenan Bey,
Bu mektubu size serin bir mart sabahı, Atatürk'e dil uzatan bir YouToube videosunu seyredip sinirle kahvemi yudumlarken yazmaya karar verdim; satırlarımı pek de düşünerek sıralamayacağım; zaten düşünmek gibi ahlaksız bir eylemin girdabına kapılmış bir neslin yok edilememiş ender zatlarından biriyim; en azından özürlü bırakacağınızı umduğunuz bir devrin çocuğuyum; pek öyle lale devri de değil o; bal gibi kötek devri.
Zat-ı âliniz, darbeyi yaptığında henüz 17 yaşındaydım; cebir hesabım kuvvetlidir; şu an cebren ve hileyle 44 civarında seyrediyorum; mamafih sizin kadar dirayetli ve müstakil bir soğukkanlılık sergileyemediğimin de farkındayım.
Bizim aile de sayenizde çöktü; komünist babam arkadaşlarının gördüğü işkencelere, yaşadığı coğrafyanın güzel insanlarının genç / orta yaşlı demeden itinayla seçilerek imhasına tanık ola ola önce kendini, sonra yuvasını mahvetti; akademik eğitim görmüş bir ressam olmasına rağmen Tünel'de yarısı yanmış, pislik içinde bir binanın karanlık odalarında canını teslim etti. Ben sayenizde Kabataş Erkek Lisesi'ndeki eğitimimi okulun koridorlarında dolaşan askerlerin eşliğinde, arada sırada canı sıkılanların bizleri copla sıra dayağına çektiği bir ilim yuvasında tamamladım; siz işkencelerdekilerle vakit geçirirken bendeniz girdiğim tıp fakültesindeki kadavraların başından mide bulanarak kaçtım; kendimi hep bir işkenceci gibi gördüm orada. Sanki öldürdüğümüz yetmiyormuş gibi içini açarak hâlâ konuşturmaya çalıştığımız bir yurtseveri kesmek, daha da kesmek, mümkünse hücrelerine kadar inerek kesmek eğilimini bünyeme yediremedim. Son kadavram bir çiftçiydi. Onun, tahtaya çivilerle çakılmış o büyük ellerini, hayatı kavramaya, toprağı kucaklamaya hazır ellerini unutamadım; bir ölünün kutsal ellerini öpmek ne demektir, bilir misiniz?! Ne faşizme yenilen babamın ellerini ne sizin ellerinizi öperim; o büyük köylünün elleri sizlerinkinden daha sıcak, daha şefkatli, daha öpülesiydi. Ben o adamın elleri sayesinde hayattayım bugün.

Asmayıp da beslediğiniz biri...
Dedim ya, babam ressamdı, siz de resmi seversiniz; babam hayatı boyunca bir nü yapmadı, yapamadı Kenan Bey; masum bir içgüdüyle sanki çıplaklığı fakirliğe bağladı; fakir olan çıplaktı ve bunu resmetmek adeta alaydı onun gözünde; size nü konusunda ne ilham verdi kestiremiyorum ama, cinsel organlarına tazyikli su fışkırtılan kızların ya da hayalarına elektrik verilen devrimci delikanlıların çağrışım yapma olasılığı yüksek; kim bilir bizzat tetkik ettiğiniz bir seansta "bir gün bu vahşeti tuvallere estetik kaygı güderek nakşetmeliyim" diye düşünenler arasına da karışmış olabilirsiniz. Malum, her yer, her şey karışıktı o vakitler; akıllar da dahil buna. İnsanın tamama gücü yetmiyor işte; asmayıp da beslediğiniz kişilerden biri olarak bunu ifade etmeyi ortamın müsaitliğine bağlıyorum.

Vaktiniz varsa ve gözlerinizin sağlığı yerindeyse Dostoyevski'nin 'Suç ve Ceza'sını okumanızı önereceğim naçizane. O pek nutuk havasında değildir ancak, gizliden gizliye barındırdığı tiratlarla iç hesaplaşmanın hastalıklı yapısını teşhir eder; ah elbette fazla toplumsal sayılmaz belki, kim bilir fazlasıyla bireycidir de, ancak topluma bir noktadan başlamak da lazım. Birey, bunun için iyi seçilmiş bir giriş kapısı. Başka hayatlara saygı duymanın solculukla doğrudan ilgisi olmadığına kanaat getirebilirsiniz; başka hayatlara saygı duymak, bu aralar önemini fark ettiğinizi sandığım özgürlük denen, sizce kızıl bir hevesin tezahürüdür aslında. Yani sizin de anlayacağınız şekilde söylersem bir tarafta kızıl kuvvetleri temsilen Özgürlük vardır, bir tarafta karanlık kuvvetleri temsilen Derin Devlet Politikası. Bir nevi Warcraft; varsa torun torba, bu bilgisayar oyununun brifingini verebilirler size. Güzel oyundur: İnsan ırkıyla yaratıkların mücadelesi. Ama baştan seçmeniz lazım hangi tarafta olduğunuzu. İnanır mısın, bir kaptırıyorsunuz kendinizi; ne şiir kalıyor, ne özlem, ne mücadele, ne memleketi kurtarma arzusu, pata da küte de, kılıç al, kalkan al, geçiyor ömür. İkinci el savaş oyunları, her zaman ucuzdur, herkese tavsiye ederim.
Neyse, konu dağıldı, ee, kolay değil, şizofreniyi bir siper, bir sığınak kabul etmiş, hayatta kalmayı başarabilmiş bir neslin çocuğu olmak, bu acılarla barışık yaşabilmek; bazen benim de dengem kaybolabiliyor. Mazur görmeli.

Ortalara bir yerlere Dallas
Benim babamın bavulu olmadı hiç; çünkü her an yolculuğa çıkabilecek kadar tedirgin değildi; tam tersi, yerleşik bir adamdı o. Davasına, düşüncelerine, sevinçlerine, üzüntülerine körü körüne bağlıydı; evcildi kısaca. Eline tutuşturulmuş bir pusulayla yaşamadı. İnsanların işaret ettiği yerlere gitmedi. Doğduğu ülkede doğduğu kadar temiz öldü. Herkes onun kadar şanslı değil.
Duydum ki, babamın doğduğu ve temiz öldüğü bu ülkeyi şimdi de eyaletlere ayırma, ortalara bir yerlere Dallas yerleştirmeye niyetli taslaklar hazırlanıyormuş; bir oyun daha vardır; Gizli Hedef. Oyunculara başta görevler dağıtılır ve herkes bir dünya haritası üzerinde ordularıyla bu gizli görevlerini sonuçlandırmaya çalışır. O da zevklidir.
Madem oyun oynayacaktık Kenan Bey, madem her şey bu kadar pamuk helvası kıvamındaydı, madem oyunlar masumdu, o çiftçinin ellerine neden çiviler çakıldı, o zamanki yaşıtlarımın boyunlarına ilmik neden geçirildi; neden babalar ölüme, gençler işkenceye gönderildi, neden bir dönemin taze beyinleri coplar eşliğinde eğitildi; zarlar mı hileliydi, krupiyer mi ahlaksızdı, nü'ye malzeme model mi yoktu?!
Sizi bu yaşta daha fazla yormamak lazım; kusura bakmayın, başta da dedim, şu videoya sinirliyim aslında. Mektubuma son verirken, şu öpme / koklama bahsine gelmişken, eylemsiz kalmayı tercih ediyorum. Kısmi "fikir arkadaşı"nız sayılabilecek Yıldırım Gürses'in dediği gibi 'biliyorum, bu son mektup ayıracak bizi' lakin, çıkarayak, bu coğrafyada düşünce özgürlüğünün sizin de canınızı yakmasına ben ve kahvehanedeki arkadaşlarım pek güldük. Artık sayenizde okumuyor, düşünmüyor, statik bünyelerimizi okeyle, kingle, batakla tıka basa dolduruyor, boş vakitlerimizde nü resimlerin önünde 17 yaşlarımızın geç kalmış tatminlerini kolluyoruz.
Shakira nasıl, biz hastasıyız.
Hürmetler.

Küçük İskender

Emek Sineması

emek, dünyadaki en kutsal değerlerden birisidir. emeğin içinde alın teri vardır. maddi manevi harcanan bişeyler vardır. kimi maaşından verir, kimi cep harçlığını ayırır. kimileri ise hiç uyumadan sabahlar bi parkta, bezin üstünde.

emeğe saygı, "teraziye tıklamak"tan çok önce vardı.

13 Eylül 2009 Pazar

#10







senin gibi cimbomluyu unutur mu bu taraftar..!

10 Eylül 2009 Perşembe

Twitter

Twitter'a da çadırı kurmuş bulunuyoruz.

Galatasaray'ın peşinden tribünden, pankart üretiminden, sağdan soldan canlı canlı yayın: http://twitter.com/pesindeyiz

8 Eylül 2009 Salı

7 Eylül 2009 Pazartesi

Ömrüm Parklarda Geçti

...
yaşasın Galatasaray,
yaşasın tribün emekçileri !