31 Aralık 2008 Çarşamba

O Yıllar Seninle Başlar


Öfkeyle bakıp da aşağıya itelemedik hiç yılları, her bir yenisinde kendine dair umut saçanlara baktık hep tuhaf tuhaf. İçimizden gelen umut pırıltıları olduysa tek tük, hep ona dair oldu.

Zaten 4 rakamı yan yana dizip de dönemi dümdüz ifade etmek pek istenmedi bünyece , hep ona dair gruplamamız gerekti. Eylül başı 2008-2009 diye yazısız kurallarca gruplandırdık yine senle geçen takvimleri, Mayıs sonu kederli bir suratla yırtacağız; oradan buradan çıkmış dandik masaüstü takviminin baştan beşinci yaprağını. Yine arkasından Haziran gözükecek, daha da çok varmış diye söveceğiz.

Mantık arayıp, soru işaretlerine boğmayacağız kendimizi hiç. Şuurun kayıp, sesin çok gür çıktığı yerde olacağız. En dandik salonları arşınlamayı borç, sana küsenleri düşman belleyeceğiz.

Paramızın çıkıştığı çeyrek bileti kontrol etmekten geri kalmayıp, kendimizi en çok çeyreklere çıkıyor diye avutacağız yine. Kazanan şehirlere bakıp, İstanbull İstanbull diye komşuyu rahatsız etmekten geri kalmayacağız. Bileti yırtıp, gelecek her maça dair amorti sunan salonsal enfeksiyonu kapacağız yine. Hiç de sevgimiz kadar amatörce olmayan çift basamaklı bilet fiyatlarına bakmakla yetinecek, hakettiğimiz yere koşulsuz dalacağız. Salonların sevilmeyen terli suratları olacak, skorları bilmeden döneceğiz gerisin geri yine buluşmak üzere.

Skorları siklemediğimiz kadar, nasılsa yeniliriz diye düşünenlere de 'tribünle kazanılan maç' sıfatında laflarını yedirmek uğruna daha bir insandan gayri nitelikler sergileyeceğiz salonda.

03 Ocak 09,
@ Aydan Siyavuş SS.

30 Aralık 2008 Salı

Derbi Öncesi Taraftarımıza Çağrı

Değerli Galatasaraylı Basketbolseverler,

Bu hafta sonu yine çok önemli bir maça çıkıyoruz. 3 Ocak 2009 Cumartesi günü saat 19:00'da ezeli rakibimiz Fenerbahçe Ülker ile Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda oynayacağız. 2009 yılının bu ilk derbisinde taraftarımızın bizi yanlız bırakmayacağını ve salonumuzu doldurarak bizleri sonuna kadar destekleyeceğinizi biliyoruz.

Ancak sizden ricamız, bugüne kadar birçok rakip taraftara örnek olmuş tutumlarınızı bu karşılaşmada da sürdürmeniz ve her zamanki fair-play ruhunu tüm basketbol kamuoyuna tekrar göstermenizdir.

Unutulmamalı ki, herhangi bir taşkınlık, bizi zirveye taşıması açısından bu maç kadar önem taşıyan Türk Telekom maçının “seyircisiz oynanma” riskini gündeme getirebilecektir.

29 Aralık 2008 Pazartesi

biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz !

kimi zaman ufak tefek, kimi zaman da derin yaralarla iz bıraktılar bünyelerde. hep kaybeden olduk, sonra hep zaman bize ilaç olur sandık, kendi kendimize toparlanmaya çalıştık. her seferinde idam sehpasından kurtarmaya çalıştık götümüzü. belki giyotini duyunca geri vites de yaptık. kafamızı kesmeye çalıştılar, dellendik kafa attık yine suçlu olan taraf biz olduk. hepsini geçtik hepsi unutuldu, hiçbirisinin aslında hayatımızda bir önemi olmadığını, onlarsız da yaşandığını herşey bittiği anda anladık. aynen dedikleri gibi, önümüzdeki maçlara baktık.

ben hayatımda ilk defa gökyüzünü bu kadar mavi ve temiz görebildim. evet daha önce hiç görememiştim.
yani bakmışım ama görememişim. bu güzelliğe bakmanın şimdi bir bedeli var artık. bu sefer ilmik boynumuza geçirilmiş ve galiba yırtamıyoruz. gökyüzüne doya doya bakarak uyuduğun bir gecenin sabahında boynunda bir ilmikle uyanıyorsun. gözlerini açtığında yine gökyüzü karşında. ellerin sımsıkı bağlanmış ve ayaklarının altında bulunan sandalyeye büyük bir inançla basmak zorundasın artık. o lanet olasıca üç ayaklı tahtadan yapılmış sandalyeye güvenmek zorundasın. tek dayanağın o şuanda. ayağının altından kaymaması için ayarını vermelisin. yoksa bu kadar yaklaşmışken... bu sefer harbiden ölür gidersin.

Karlar düşer, düşer düşer ağlarım


Dışarıda kar yağıyor, tutar mı tutmaz mı bilinmez... Babanın asker olmasından, ve soğuk topraklara yapılan sayısız ziyaretlerden sebep karla içiçe çok zaman geçiren şahsım gene eski günlere dalmış vaziyette.. yapıyordu(k)m bunu. yılın ilk karı yağdığında annem saat kaç olursa olsun nazikçe uyandırırdı (çünkü uyandırmazsa ertesi gün "niye uyandırmadın" diye sızlanırdım), üstümüzü başımızı sırılsıklam ve buz gibi olacağımızı bile bile iyice kontrol ederdi, o sırada dışarı çıkmış olan diğer arkadaşların ve ailelerinin sesi gelirdi, iyice sabırsızlanıp atkının sekizinci düğümü atılmadan dışarı fırlardık kardeşimle. lojman hayatını bilenlere yabancı gelmez bir apartmandaki herkesi adıyla sanıyla bilmek. şimdiki gibi normalde az da olsa tanıdığınız bir arkadaşınızın sizin hemen alt katınızda 2 yıldır yaşadığını tamamen şans eseri asansörde karşılaşarak keşfetmediğiniz, apartmandan içeri giren her insana "lan bu bizim apartmanda mı yaşıyordu" demediğiniz zamanlardı.

gecenin köründe bembeyaz bir örtü gibi etrafı kapladığı için bendenizin "çarşaf" dediği, üzerinde yürünmemiş kar ve yağış sırasında ısınmakta olan hava ile birleşince tadından yenmeyen bir dünyaya adım atardık. alışılageldik çocuk-ergen zibidilikleri, karda yuvarlanmalar, yorulana ve eldivenler sudan ağırlaşıncaya kadar kartopu oynamalar ve asla ama asla filmlerdeki kadar tombul ve akça pakça yapamadığımız kardan adamlar. sonuç olarak kıpkırmızı bir surat, donmuş el ve ayaklarla yeni demlenmiş çay ve kızarmış ekmek kokuları dolu olan sıcak eve adım atmak, üsttekileri canhıraş çıkarıp kalorifer\soba yakınlarında buruşmuş olan parmakları ovuşturmak, geceyarısı yapılan tereyağlı, tulum peynirli "kahvaltı" ve en sonunda aniden sıcağa girmekten karıncalanmakta olan eller ve ayakları sıcak yorganlara sokup dünya üzerindeki hiçbir maddi varlığın veremeyeceği o huzur duygusu ile rüyalar dalmak...

peki ne değişti? kar aynı kar, gece aynı gece ama ne biz çocuğuz ne de artık içimizdeki "aman üşürüz yarın iş\okul var" diye daha fikir bile oluşmadan kendimizi caydıran koca adamları\kadınları susturabiliyoruz. romantik diyin, seksenler kuşağı diyin, üzgün diyin önemli değil eğer özlediğim bir şey varsa o da budur ve her kar yağdığında o günleri özlerim, belki bir gün gece saate bakmadan yine dışarı fırlarım en azından "benim" için çok geç olmadan.

hayata dair...




Bir Taksim akşamı.. son metroya, koşmaya güç bulamadan, hızlı adımlarla yetişmeye çalışan yaşlı amcanın yüzündeki endişeli ifade ile aynı anda benzer yaşlardaki başka bir adamın jipinin penceresinden yola tükürürkenki ifadesi arasındaki hayatın adaleti konusunda pek düşünecek, konuşacak bir şey bırakmayan fark... kılık kıyafeti, hayatında yapmak isteyip yapamadığı pek çok şey olduğu kanısı yaratan amca için ise söylenebilecek tek şey
" - umarım yetişmiştir.. " oluyor, " bari bunu kaçırmasın.. "

28 Aralık 2008 Pazar

Bakıp da görememek..

"ben hiç gökyüzü görememiştim.."

Suleyman Seba Spor Salonu

buz gibi bir cumartesi sabahı. sıcacık yatağımdan çıkıp ayak üstü geçiştirme usulü bi kahvaltının ardından yine ofisin yolunu tuttum. erken saatte çıkabilmek için olabildiğince hızlı çalıştım. önceki gece yapılan msn konferansında 2de mecidiyeköyde toplanalım kararı alınmıştı ancak o saatte orada olmam imkansızdı. anca yekten direk salonun yolunu tutabilirdim. ama ne olursa olsun mutlaka gitmeliydim. dünya şampiyonu takımın sezon açılışına gidememek yeteri kadar koydu zaten. üstelik bu branşın en önemli deplasesi süleyman seba salonu. saat 1 olduğunda tüm işler bitirilmiş, patronun ofise gelmesi bekleniyordu. telefonum çaldı, arayan ultras. havaalanından bildiriyor bizlere; "uçak 1 saat rötarlı.." bi yandan aklımda onlar, ulan acaba son anda bi aksilik mi çıkartıcak yavşak ingilizler diye düşünürken, bi yandan da patronu beklemek. 2buçukta hattın diğer ucundaki isim oluyor sevgili patronum, "sen kapat ofisi ben uğramıycam bugün" demesiyle telefonu kapatıp, küfürleri ard arda sıralayıp, ofisi kapatarak, koştura koştura metrobüse atladım. bu kez hattımızda maje var; "sen gel ben beklerim.." maç 3buçukta başlıyor, ben 3buçukta anca mecidiyeköye iniş yapabiliyorum. majenin yanında elimizde büyüyen serdar :) orjinin ordaki taksi durağında bi taksiye atlıyoruz, "kaptan en acilinden süleyman sebaya atıver bizi.." biraz sora salonun önündeyiz. içeri girerken son anda aklıma geliyor çakmağı zulalamak, o esnada önümdeki maje emniyet güçlerine teslim oluyor arama tarama işlemi için ancak "şimdi aramayalım, bişey olursa ararız.." diyorlar :) hemen geçiyoruz bize ayrılan bölüme. yldz tek gelmiş. 5-6 kişi onlardan, üç biz geldik, bikaç münferitle birlikte sayımız nerden bakarsan bak 10 civarında. tüm besteler güfteler ard arda sıralanıyor salonda. devre arası bikac atesli besiktas taraftarı bize ayrılan bölüme dogru gelmeye calısıyor. ama calısıyor sadece. sayısı bizden de az olan emniyetgüçlülerin araya girmesiyle tekrar yerlerine dönüyorlar.. bizde bi bok olamayacağını düşündüğümüzden sesimizi çıkarmıyoruz.. son periyot yorulmuşuz, takım benchinden 1 koli su bırakılıyor . oysa biz powerade istemiştik akın bey :) maç çıkışı vasıta bulmak zor olduğundan neyle gideriz nasıl gideriz tartışmalarına kafalar tamda hazırlanmışken olmadı şimdi :) derken nörotoksik bişeyler oluyor birden. sedat hoca ben sizi bırakırım diyor.. takımın normal aracı ufak bisey. salondan dısarı cıktığımızda "bafra" turizme ait otobüs karşılıyor bizi. bizi bekliyor. akın hadi binin artık otobüslere deyince, arka beşli sanki deplasmana gidiyoruz da kaynatıyoruz hesabı. otobüsün ön tarafı oyuncular, arka taraf ise taraftarlar.. zincirlikuyuya gelene kadar kaptana besteler yapılıyor.. resim cekmedik hic o yüzden resmi siteden araklamasyon yaptım resmi. güzel bi cumartesi sabahı sinirle uyanıp, gecesi moralle yatıyoruz. aksama dogru ultras'tan sms geliyor.. "londra'dayız.." floryaya kadar durmam diyen ve daha sora baskılara dayanamayan kaptana, bizde o esnada yapıştırıyoruz cevabını :)

"yıllardır seninle geldik heryere
bindik takım otobüsüne
indir bizi, metrobuste
sen devam edersin yine."

Galatasaray Tekerlekli Sandalye Basketbol Takımı, derbi mücadelesinde rakibi Beşiktaş'ı 90-72 mağlup etmeyi başardı.

Karşılaşmanın ilk dakikasından son dakikasına kadar üstün bir oyun ortaya koyan Engelsiz Aslanlar, ilk periyotta yakaladıkları farkı maçın sonuna kadar koruyarak sahadan galip ayrıldı. İlk periyotta 14 sayılık bir fark yakalayan ve devreye de 43-28 önde giren Galatasaray, üçüncü periyotta rakibinin farkı azaltmasına engel olamasa da son periyotta maça tekrar ağırlığını koyarak karşılaşmadan 90-72 galip ayrıldı. Karşılaşmanın yıldızı ve en skorer oyuncusu ise Galatasaray'dan Matt Scott oldu. Scott karşılaşmada 30 sayı bulurken, takımımızdan Şuayip ve Ferit 20'şer, Peter Tucek ise 8 sayı ile oynadı.

1. Periyot: 10-24 2. Periyot: 28-43 3. Periyot: 55-63 4. Periyot: 72-90

27 Aralık 2008 Cumartesi

Evi Nepal'de Kalmış Slovakyalı Salyangozdur Ruhumuz




Bestenin meşhurlaşmasıyla beraber insanların biz hakkındaki farkındalığı dolayısıyla da iyi kötü eleştirileri artıyor... Eleştirenler bizim onların eleştirilerine duyduğumuz saygıyı bizim onların eleştirilerine kulak asmama özgürlüğümüzde gösteremiyorlar. Kimseyi kırmak istemiyoruz lakin çoğumuz için bu site özgür davranabildiğimiz nadir yerlerden biri. İşyerlerinde, okullarında, ilişkilerinde dilediğini söyleyemeyen bizler, burada, bu nicklerin altında istediğimiz adamlar oluyoruz.. Yeteri kadar Galatasaray haberi yazmamamızdan tavırlarımızın değiştiğine kadar bir sürü şey söyleniyor bu aralar... Neden bu kadar mutsuz şeyler yazıyorsunuzdan duygu sömürgeni olduğumuza kadar bir sürü soru ve itham.. Bİz hiçbirimiz progressive, muhalif, cesur, mağrur ve dramatik olalım diye yazmıyoruz.. Dönüp baktığımızda yazdıklarımızdan çıkan sonuç sadece bu.. İçini doldurmaya çalıştığımız kavramlar yok.. Evet karanlık sözler yazıyoruz hayatımız hakkında. Ama voda öyle yoruldum ki yoruldum dünyayı tanımaktan diyor... r@mco
saçlarım çok yoruldu gençlik uykularımda, acılar çekebilecek yaşa geldiğim zaman acıyla uğraşacak yerlerimi yok ettim diyor. ve ancak simdi birçok sayfasını atlayarak bitirdiğimiz kitapların başından başlayabiliyoruz..


karanlık sözler yazıyoruz hayatımız hakkında
aşklarımız inançlarımız işgal altındadır
cebimizdeki adreslerden umut kalmamıştır
yasamayi bilseydik yazar miydik hic şiir?
yasamayabilseydik yazar miydik hic şiir?

- yaşama !
- ya bilseydik?

yazar: miydik
hic: şiir

25 Aralık 2008 Perşembe

Cass


Holiganlık ve şiddet suçlarıyla 3 yılı hapiste geçirmiş olan Pennant'ın hayatıyla ilgili, yine Pennant'ın kaleminden çıkmış bir film CASS. Çocukluk yıllarından başlayarak bir gencin, bastırılmış duyguları yanında maruz kaldıkları nedeniyle, geçirdiği dönüşümler üstüne, futbol ve tribün bağlamında olayların ve yansımalarının da döşenmiş olduğu ve alınması gereken fazlaca dersin bulunduğu gerçek bir öykü.

Nick Love'ın Football Factory adlı filminde, polis rolüyle karşımıza beyaz perdede de çıkan Pennant; Westham United'ın tribün grupları tarihinde akılda kalıcı bir yer edinmiş ve hatta Green Street Hooligans adlı filme de konu olmuş Inter City Firm'ün, 70-80 dönemlerinde en ön saflarda yer alan kişiliklerinden birisi. O dönemde ırkçılık nitelikleriyle tavana vurmuş düşman tayfalarından gayri bir tavırla, liderlerini siyahi birisinden seçmiş olmaları da enteresan.
Cass, yine Green Street Hooligans filminde karşımıza bir polis olarak çıkıyor ki günümüzdeki tribün insanının polise bakış açısı ve Cass'ın geçmişi dikkate alındığında onu tanıyanlar için izlerken güzel bir şaşırma efekti kaçınılmaz olmuştur herhalde.
Bir de kendisini yazar ve holigan bilimci olarak tanıttığı bir resmi sitesi var, http://www.casspennant.com/ adında. Dönemin fotoğrafları da var galeride. Bir süredir ''heyecanlı gençlere doğru yol gösterme'' gibi bir temaya kendini adamış vaziyette.
Filmin resmi sitesi:
Filmin fragmanı:
"Bizler; dünyanın 'en ünsüz futbol holiganının, nasıl olup da 'en fazla satan yazarlardan biri'ne dönüştüğünün, büyüleyici hikayesini sunuyoruz."
Filmin yönetmeni Baird.
Peşindeyiz Cass Pennant!

Krismısınız Mübarek Olsun

Geçen senenin 'anadoludanşampiyonçıkmaz'cı silahşörü, asker selamcı, inceden provokatör, ama öte yandan da abisinin sözünden çıkmayan Bülent'inki mübarek olsun öncelikle. Balili'ye ırkçı sözler söylenince açtığı isyan bayrağı neresine kaçtıysa artık, şöyle buyurmuş:

"Sırf yabancı oyuncuların Noel'i için ligin 16. haftada kesilmesini anlamıyorum. Bu müslüman mahallesinde salyangoz satmaktır bana göre."

Salyangoza hücum!

Green Street Hooligans




'Sarhoş olmak ve dövüşmek. Hayatta yapacak başka ne var ki?Tuttuğun takımın maçındasın.Zar zor bulunmuş biletler içerde oturcak yer var mı?diye düşünen kim,stadyum dolu, tüm taraftarlar ayakta. Kıran kırana ve sert bir maç. Oysa sahada olup bitenler daha sonra olacaklar için sadece bir ısınma. Kargaşa başladığında sakın kaçma. Kendini sonuna kadar savun. Savaş,olağan gücünce bağar amaçsız,karşılıksızca. Nefret ettiğin birini düşün belkide bu senin son varolma savaşın.' sokak kanunlarının okulda öğrendiğimiz doğrulardan oldukça farklı olduğunu,hayatın en önemli dersini de yine sokaklardan alınacağını,hayata karşı bi duruş nasıl sergilenirmiş görün dercesinde bağıran,futbolu ve şiddeti birbirinden ayıramayan holiganların dünyasını gözler önüne seren renklere aşık olan herkesin içinde kendinden bişiler bulabileceği bir başyapıttan hatırda kalanlar.

-this's football, not soccer or a game...

24 Aralık 2008 Çarşamba

Kapının Ardı


Çoğunlukla kapalı perdeden süzülen yavan ışıkların içerisinin, teker teker her molekülüne hacminden büyük umutların sıkıştırıldığı yaşam alanı. Kapının dışarısında fütursuz hal ve hareketler içinde görülmeye alışılmış bünyenin, ardında ise pekala kendi benliğini bulduğu yer, gerçek ben. Her sabah, sadece ismi sabah olup da daha güneş adam akıllı yükselmemişken göğe, görüş açısının genişçe bir kısmını kaplayan kapıdan dışarı atmak üzere, kendini paralayan alarma küfürler savrulup da terkedilen.

Mevcut fütursuzların ilgisinin ve odağının, başka kimselerin farkındalık sahasına girmemiş detayların üzerinde toplanması da alışılagelmiştir çoğu vakit. Bilemezler işte, bilemediler de hiç, alt tarafı kip eki almış bir fiilin kimi zaman bir monitörün ışığını açma sebebi olabileceği uzak bir düşünceydi onlara. Dandik bir basketbol maçında duvarlara, çıkışında otobüslere yapıştırılan bir sitikır dikkat çekerdi işte, onun peşinden birkaç tane kapmak için gidip istemek, dönüşte pek de tesadüf olmayan biçimde yaşam alanının göbeğine yapıştırıvermek. Sonraları onun adına bir yazı yazacak olup, pek de merak edilesi olmayan bir başlangıç hikayesi anlatma gayreti ortaya koymak. O ışığın içerisinde buna dair bir tutam umut vardıysa, tam da böyle bir pencereyle yepyeni bir moleküle geçmeliydi.

Eski açık kombinesi karşılığı numaralı bileti ne alaka sorunsalıyla yol alınan stadımsıda, oturup futbol keşfedilir, Lincoln penaltı kaçırırken, gözün sete takılması kaçınılmazdı. İşte benim uçsuz x-y doğrumun orjini tam da orasıydı, oradan bir sonsuz eğri yükseldi hep. Kimi vakit ellerin birlikte göğe yumruklandığı günler anısına, bazen zayıf bedene terli bir salonda uzatılan suyun saflığına. Ama o eğri hep gerçek kısımda oldu, sanal doğruda ne işi olabilirdi ki, duraklamalar veyahut soru işaretleri dahil silmedi ufacık doğru parçasını. Sayısal olup da sayısala dair bilinen iki üç terim de onlara hediye edildi işte böyle.

İnsanların bize bakıp da sırıttığı bir sutopu maçında orada bulunmanın sebebi başka nasıl açıklanabilirdi ki zaten, o zamanlar yazmıştım ya birkaç iyi adam, içinde bulunduğum tüm eylemlerin üstüne çizik atılmış dünyamın en doğru ve duru hareketiydi sanırım. Beyaz arka plandan mütevellit kör olmakta olan bu gözler, her daim onların ve umutlarının peşindeydi, şimdi de başlı başına bir sıfat dahilinde basbayağı peşinde..

ilk yarı sonucu..

hayat : 1 - umut : 0
gol : isyan (k.k.)

23 Aralık 2008 Salı

tedirgin ruhlara,tehlikeli oyuncaklar

Yeni Yıl Meselesi


1 sene öncesinde "hoş geldin 200x", "ne de güzel ettin de geldin", "hayırlara vesile ol", "hastayız sana be...", "ulan kanımız ısındı verecez valla" şeklindeki muhabbetlerle yere göre sığdıramadıkları eski yeni yıla, miladını doldurunca binbir türlü hainliği yapma hakkını kendinde bulmaktadır bu medya.

eski yılı kıçına tekmeyi yiyen bir ihtiyar, yeni yılı ise acar bir delikanlı olarak resmetmelerinden tutun,

"bu yıl boyunca işsizlik arttı...",
"işte geçtiğimiz sene boyunca olan felaketler",
"meğersem geride bıraktığımız sene pasif eşcinselmiş..."
şeklinde önümüze sundukları haberlerle, zavallı bir seneyi itin götüne sokmak için ellerinden geleni ardlarına komazlar resmen...

her sene devam ettirdikleri bu iğrenç ritüeli şu an bile uygulamaktalar.... ve bir rock starı muamelesi yaptıkları 2009'un ise bir sene sonra aynı işkenceyii çekecek olması ise elbette kanımızı dondurmakta.

hoşgeldin 2009
güle güle mna kodumunun 2008i

mutlu yıllar

22 Aralık 2008 Pazartesi

"devrim, o ana kadar hiç olanlar tarafından başlatılır"



Doğumgünüme tekabil eden gecede " Atina’da 16 yaşındaki bir gencin polisin açtığı ateş sonucu yaşamının yitirmesinin ardından başlayan olaylar tüm yunanistan’a yayıldı.
"kendilerini "anarşist" ve "iktidar karşıtı" olarak niteleyen gruplar, atina, selanik, yanya, patras ve girit adasında çok sayıda banka şubesi, işyeri, polis karakolu, kamu binası ve aracı ateşe verdi..." şeklinde haber bültenlerine giren olay hakkında türkiye'de bir kısım üniversite öğrenci grupları ve medyanın yunanistan atina muhabirleri dışında kimsenin zerre kadar ilgisinin olmadığı bir ayaklanma başladı. bunu ben demiyorum; hemen yanıbaşında 700 okulu işgal eden liseli gençler varken, bir üniversite ders arasında ya da lise tenefüsünde, tüm sınıf olarak kantine tüneyen, birbirlerine sigara ikram eden, birbirlerini mıncıklayan gençlerimiz diyor, onlarla konuşmasam da...
Vatanseverlik 135 bin olu daha verir yunanistan'i bile aliriz degil iste. İt dalaslarinda uste cikmak, kardaklara bayrak dikmek degil vatanseverlik.
kimse sirtina uniformayi gecirince vatansever olmuyor. Polis copu degildir vatan nazim'in dedigi gibi. Vatanı sevmek o vatanın çocuklarını sevmektir. Oysa Atina neden yanıyor biliyormusunuz?

Her gün uykusuz nefret ettiğiniz işe gittiğiniz için yanıyor
Tecavüz ettiğiniz, dövdüğünüz için
Tamam baba, Tamam Öğretmenim
Tamam Başkanım, Tamam Patron
Tamam Komutanım, Tamam Efendim... dediğiniz için..
Boyun Eğdiğiniz için Yanıyor..
Daha fazla "itaatkar nesne"" "öğrenci" "yabancılaşmış işçi" "mülk sahibi"
"aile kadını"
olmamamız için yanıyor..
yoksulluk, vatandaşlık Zincirlerimizi kırmak için yanıyor

Mağazalar yanıyor.. çünkü yeteri kadar gereksiz tükettirdiler..
Okullar yanıyor bizleri boyun eğmeye zorladığı için..
TV kanalları yanıyor, beynimizi bulandırıp korku terörünü yüydıkları için..
Sağ Sol bütün Parti binaları yanıyor; her zaman kandıracakları için..
Devletin binaları yanıyor; insanları uluslara bölüp irkçılığı yarattıkları için
Şehirler yanıyor doğanın içindeki kanser oldukları için..
ve Kan kokan karakollar yanıyor..
ve en nihayetinde Devletler yanacak
çünkü
BÜTÜN DEVLETLER KATİL'dir.. ..

YAKANLAR ÖZGÜRLÜK DÜŞMANLARIYLA YÜZLEŞENLER
ZİNCİRLERİMİZİ KIRACAK ATEŞİ YAKANLAR..

Yanan Atina değil..
Yanan İktidarların Kölelik düzeni..
Yanan aslında Senin Nefret Ettiklerin..
Yanan senin Hayatını Hapsedenler..
Yanan Atina Değil, Yanan iktidarın ve mülkiyetin olmadığı,
paylaşma ve dayanışmanın esas olduğu
Özgür Dünyanın Hayalini Kuran Anarşist Yürekler
Şehrin yandığı her gün tüccarlara, tv sahiplerine,bakanlara,parti
başkalanlarına, polise değil
Bize Ait, Alexise ait
ONLARIN DÜNYASI YANIYOR, BİZİM DÜNYAMIZ İSE ÖZGÜRLÜK DÜŞLERİYLE YENİDEN DİRİLİYOR..

Size gerçekleri hiç bir zaman söylemediler
Hiçbir zamanda söylemeyecekler
"Bir çocucuğun ölümü bazıları tarafından yıkıcı emellere alet
ediliyor" saçmalamalarında bulunacaklar

Sizi belki polis kurşunu ile öldürmeyecekler
işkence görürken de ölmeyeceksiniz
muhtemelen mendil satarken de
ama sizi de öldürmüyor lar mı
sanıyorsunuz

Sizi de öldürüyorlar
trafik kazalarında
iş kazalarıyla
hormonlu kanserlerle
petrolle, plastikle, suyla, kimyasallarla
size sattıklarıyla
size sadece ürün sattıklarını mı zannediyorsunuz

Ruhunuzu öldürüyorlar
Haberiniz yok

Reklamlaştırılan hayalleriniz
oy ve hükümet politikasına dönüşen düşünceleriniz
işyerlerinizde sizden çaldıkları binlerce saatiniz
sürekli yıpranan hayatınız
cinnet geçirdiğiniz şehirler

Size Agyos Dimitrios'ta belediye binasının işgal edilip
"Halk Meclisi" nin kurulduğunu da söylemeyecekler

Özgürlük ne demek
Sözünü bile etmeyecekler
Sizi okullara, evlere, işyerlerine, mağazalara,
Alışveriş merkezlerine, yalnızlaştırılmış hayatlarınıza
hapsetmeye devam edecekler..

Şimdi anlıyor musunuz
Okulların mağazaların devlet binalarının işyerlerinin
karakolların sokakların
neden alev alev yakıldığını

19 Aralık 2008 Cuma

bordeaux

"un ultra ne meurt pas , il vit a jamais dans sa tribune"
18 février 2009 - bordeaux
26 şubat 2009 - istanbul

Harbiden KARMAKARIŞIK..


herşeyden vazgeçip,kendini en fazla ait olarak hissettiğin bir stad koltuğunda,elinde bir şişe birayla düşüncelere dalmak...

girerken sonranı,çıkarken önceni düşünmediğin bir stad koltuğu!

ya benim halimi anlayan tek obje sensin ya da beni bu hale getiren sensin...

18 Aralık 2008 Perşembe

Yoruldum

çok yoruldum be abiler. anlaşılmamaktan yoruldum. anlatmaktan yoruldum. sıkıntılardan yoruldum. koşmaktan yoruldum. her sabah metroya binip işe gitmekten yoruldum. başkalarına çalışmaktan yoruldum. kendim için hiçbişey yapamamaktan yoruldum. artık kendimi bile doğru düzgün tanıyamamaktan yoruldum. kendime güvenememekten de yoruldum. ailevi mevzulardan da çok yoruldum. okula gidip gelmekten yoruldum. sınavlardan yoruldum. çeyrek asırda hiç bir bok olamamaktan yoruldum. doğru düzgün sevmeyi becerememekten yoruldum. severken abartmaktan yoruldum. daha nasıl davranabileceğimi bilememekten yoruldum. ne yapacağımı şaşırmaktan yoruldum. üzülmekten yoruldum. sigaradan alkolden yoruldum. yaşamaktan da ölememekten de yoruldum. önce gelecekle ilgili düşünmekten yoruldum. sonra gelecekle ilgili düşünememekten de yoruldum. kendi kendime konuşmaktan yoruldum. susmaktan da yoruldum. umutlu olmaktan yoruldum. beklemekten yoruldum. yalanlardan yoruldum. istanbuldan yoruldum. sinir bozmaktan ve sinirlerimin bozulmasından yoruldum. artık kusamamaktan yoruldum. düşünmekten yoruldum. düşüncesizliklerden yoruldum. fedakarlıktan yoruldum. hayatımdan ödün vermekten yoruldum. sahte arkadaşlıklardan yoruldum. herşeyle mücadele etmekten yoruldum.
herkesten herşeyden yoruldum abiler.
yorulmaktan bile yoruldum..

16 Aralık 2008 Salı

Son Veda... El Veda



bir veda yazisi yazmak gerekti, yazmak ne kadar zor... sen satir baslarinda dogup satir sonuna öluyorsun.. bir yandan aklı kurcalayan boşa kürek çekilen yıllar ve pes etmek. Psikosomatik durumum yavaş yavaş dile geliyor..




Şimdi odamda Avrasya'nın bu en sevdiğim kentinde kendimi dinliyorum. Kendimi ayrılışların acılarına çoktan alıştırdım. Başlayan her ilişki güzelliklerin yanısıra arayışların da acılarını tattırdı bana. İçine daldığım en büyük mutluluklar her zaman acılarla, her yaşam da biraz olsun ölümle bezenmişti. Yaşamak, bu güç olguyu karşılamak için, başka bir seçenek bulamadığım için. Ölüm güç olduğu için, cesaret edemediğim için. Yaşam nötron bombasına benzediği için.


Ben sanmıştım ki sevgili birer yolcuyduk aynı ormanda kaybolmuş ama hayat öyle bir şey değilmiş ben bilemedim...bazı sabahlar "o da beni seviyor" diye bir ses beliriyor aniden içimde. ayıplayarak kovuyorum apansız çıkan bu edepsizi. bunca şeye rağmen dahi anlamındaki "da" yı kullanmasına bozuluyorum en çok. bir sigara yakabilsem... arabanın penceresini indiriyorum. gecenin zifir karasına inat parıldayan sarı şehir ışıklarını izliyorum. suratıma bakıyorum sonra "capon" diyişin geliyor aklıma, anımsamalarımı, yanılsamalarıma katıp kafamı arkaya atıyorum istemsiz. aynadan şöförle göz göze geliyoruz. "ilk sağdan giriyoruz" diyebiliyorum tüm ciddiyetimle, "ekerlerden sağa" diye ekliyorum... merdivenleri çıkarken eksik olan iki ayak sesini düşünüyorum, anahtarı çevirirken kikirdemeleri, eve girerken bele dolanan elleri. yoksun, bir ben varım, bir kendim. Sen ise unut diyorsun bana, unut diyorsun ben ise nasıl unuturum... insan uyanmayı unutur mu hiç? gördüğüm en güzel rüyasın, boğazımda düğümsün, yutkunsam gideceksin, yutkunmasam ölürüm derdim. elimde kalan son kozdu seni unutmaya calismak...Ama şimdi tek çare bu gibi.... baska turlu ne gercek olabilecek bir hayalsin, ne de acisini dindirebilecegin bir ani...tek sey kaldi artik geriye... Artık böyle kalacak aramızda ne varsa sahipsiz, açık...örtmeye üstünü vaktimiz olmayacak sen ve benden geri kalanları oysa ne kadar çok anı var....

içimde inşası bitirelememiş bir dünyayı yok ettin..ne olur geri dönme..

13 Aralık 2008 Cumartesi

Cassio de Sousa Soares Lincoln


Vur be Lincoln... Vur be aga!

Go!








Todd: You come to me out of the blue, asking to buy 20 hits. Just so happens that 20 being the magic number at which intent to sell becomes trafficking!

Ronna: Todd, I would never fuck you like that.

Todd: How would you fuck me?




Victor Sr.: You know what wakes me up in the middle of the night covered in a cold sweat? Knowing that you aren't any worse than anyone else in your whole screwed up generation. In the old days, you know how you got to the top? Huh? By being better than the guy ahead of you. How do you people get to the top? By being so fucking incompetent, that the guy ahead of you can't do his job, so he falls on his ass and congratulations, you are now on top. And now the top is down here, it used to be up here... and you don't even know the fucking difference.


Todd: Hey Ronna, how are sales? Ronna: Todd, I can explain Todd: I'm not going to ask you to. It's not like I'm in a highly ethical industry. But Goddamned, Ronna. You fucked me over for twenty lousy hits!

12 Aralık 2008 Cuma

soldiers of pesindeyiz !


tolga - erzincan,
onur - amasya,
m.kemal - denizli..
kardeşlerimize hayırlı teskereler..

11 Aralık 2008 Perşembe

gecenin rengi

"huysuz ve tatlı kadın.."

10 Aralık 2008 Çarşamba

peşindeyiz komşu !



Atina'da geçen cumartesi akşamı 16 yaşında bir gencin polis kurşunuyla hayatını kaybetmesinin ardından ülke genelinde çıkan olaylar sürüyor.

Binlerce kişinin katıldığı protesto gösterilerinde çıkan, başta başkent Atina ile Selanik kentleri olmak üzere Patra, Larissa, Yanya, Heraklion ve Kandiye kentlerinde sabaha kadar süren ve 72 saati dolduran olaylarda, çok sayıda banka şubesi, dükkan ve kamu binasının yanı sıra polis araçlarının da aralarında bulunduğu çok sayıda araç kundaklandı

Göstericiler, Pire kent merkezinde çok sayıda polis aracını ters çevirerek ateşe verdi. Larissa kentindeki tüm banka şubelerinin taş ve sopalarla camlarının kırıldığı ve kundakladığı, Hanya'da valilik binasının kundaklandığı, işyerleri ve kamu binalarına saldırılar yapılan Patra'da ise yerel bir televizyon kanalını işgal eden grupların tüm Yunanistan'ı protesto gösterilerine çağırdığı bildirildi.

Savaş alanını andıran Selanik'de göstericilerle polis arasında çıkan çatışmada ise bir polis memuru yaralandı...


birkaç kulüp bazında organize gelişen tribün hareketleri ve güzel kızları haricinde,komşuya dair takdire şayan hareketlerdir bunlar...
tabii ki şiddet meraklısı olduğumuzdan yada yukarıdaki kareler çok hoşumuza gittiğinden değil...ama benzer olayların çokca yaşandığı,"gelişmekte olan ya da az gelişmiş" diye tabir edilen bir ülkenin kendi halinde bir insanı olarak, bir gün memleketin herhangi bir köşesinde,bir deplasman tribünü yada stat çevresinde aynı sonucu yaşamakla yüzyüze olma ihtimalini baz alarak,yunan halkının peşindeyiz...

_____________________________________________________________________

istinye'de haftalık yasal bir dergi dağıtırken tutuklanıp metrise gönderilen ve 10 günlük gözaltı süresi sonucunda gördüğü işkenceyle öldürülen enginler,

bisikletini sürerken "dur
" ihtarına uymadığı gerekçesiyle havaya ateş eden! polisin kurşunuyla yaşamını yitiren çağdaşlar,

doğru yazdığı için,koltuk sahiplerinin kabusu olan ve 13 yıl önce görevi başındayken gözaltına alınıp polislerce öldürülen metinler,

ve daha niceleri...bunca örnek varken elimizde,ben hiçbir zaman komşunun verdiği tepki gibisini görmedim benim ülkemde...
o yüzden her fırsatta "denize dökme" , "since 1453" gibi kazanılmış mitolojik zaferlerle aşşağılamaya çalıştığımız insanları,"halklarına sahip çıkma" konusundaki duyarlılıklarından dolayı biraz örnek almak gerekiyor diye düşünüyorum...


9 Aralık 2008 Salı

The Devil's Advocate




Pesindeyiz ekibi olarak oksijenle kafa açtığımız bir dönemde bizim için unutulmaz olan film sahnelerinden bahsetmeye karar verdik... Nitekim konu üzerinde düşünürken Şeytanın Avukatında Al Pacino'nun tanrıyı anlattığı sahne beliriverdi gözümün önünde


-Spoiler Alert ! -


''let me give you a little inside information about god. god likes to watch. he's a prankster. think about it. he gives man instincts! he gives you this extraordinary gift, and then what does he do, i swear for his own amusment, his own private, cosmic gag reel, he sets the rules in opposition. it's the goof of all time. look but don't touch. touch, but don't taste! taste, but don't swallow. ahaha! and when you're jumpin' from one foot to the next, what is he doing? he's laughin' his sick, fuckin' ass off. he's a tight-ass! he's a sadist! he's an absentee landlord. worship that? never!''

LIBERTE POUR LES ULTRAS












"Ben holigan değilim, suçlu da değilim sadece bir "ultra"yım"



Marsilya tribünleri Santos Mirasierra'nın serbest bırakılması için tüm Avrupa'da tribün gruplarını ayağa kaldırdı. Santos 3.5 yıl ceza aldı.


Marsilya taraftarının Madrid deplasmanında çıkan olaylar sonucunda tutuklanan tribün lideri Santos, Polis Barbarlığının son örneği.....




8 Aralık 2008 Pazartesi

iyi ki doğdun seer !

herkes, "bu çocuk okusun"..

"okusun, kendini kurtarsın" derdi..

çocuk çok okudu ama..

kendinden kurtulamadı..

flying dutchman

bayram gunu evde oturup nette dolanırken maje bi link verdi, 3 aralik günü "Joe Jonese Ateşdağlı" tarafından "Flying Dutchman" isimli blogda kaleme alınmış, okurken etkilendiğim güzel bir yazı vardı linkte.. paylasayim dedim, iyi bayramlar..
***********************************
Out in Space : Otobüsler Dolusu Beş Taraftar

Biri gelip hadi bırakalım artık dese..
Bir ilişkiyi, bir işi, yahut bir oluşu. Üstelik tam da "tam da" diyebileceğin bir vakit.
Kalbin mi kırılır, yoksa hayallerin mi?
Geçmişe özlemle bakabildiğin anda keşkelerin havada kasırgaya karşı verdiği mücadeleyi mi izlersin, yoksa kasırganın gelip seni içinde bolca umudun olduğu geleceğini götürmesini mi beklersin?
Yol ayrımları, deplasman yolundaki ağaç sayıları..
Takımının içerdeki maçlarını artık kale arkasından değil de maratondan mı izlemektir hayal kırıklığı, tribünde yanındaki tanımadığın adamın gol olduğu sırada Yeahhh! diye bağırırken sesini tanımak mı?
Hiçbiri..
Deplasman yolundaki ağaç sayıları hepimiz için önemliydi. Deplasman müdavimlerinden adaşım Joe'nun buluşuydu bu. Belki de şifreli konuştuğumuzu düşünürdük barda, belki de jargon olmuştu aramızda. Kuzeydeki maçların çoğu on bin ağaçtan fazlaydı. Gelecek haftanın planlarını yaparken atlardı biri "beyler bu hafta sekiz bin ağaçlık yere gidiyoruz", herkes anlardı Milton Keynes'e gideceğimizi. Takım isminin ne önemi vardı.
Gençtik bir hayli, bıraksalar yirmi bin ağaçlık mesafeye bile giderdik.
Zaman geçti. Ağaçlar mevsimine göre kurudu, mevsimine göre yeşerdi. Tribüncü ekip 30'una merdiven dayadı, çoğu 30'unu geçti. Eskisine göre heyecanımız kalmadı belki ama birbirimize de söyleyemedik bu durumu. Mecburen gittik geldik belki de deplasmanlara. Takım zaten sürekli hayal kırıklığı.
Daniel evlendi, çocuğa karıştı, Thomas da olaylara. Bir çoğumuz da başka şeylere, kocaman adamlar olmuştuk bir kere, dönüşü olmaz bir yoldaydık artık. Hayatın başka bir perdesi başlayacaktı belki, ama biz direniyorduk.
Barlar eskisi gibi dolmuyordu, muhabbetler artık neler yapılacağına dair değilde mazi ile ilgili olmaya başlayınca anlıyorduk; bizden bu kadarmış arkadaş diye. Birbirimize 16 yaşındayken dahi atmadığımız yalanları atmaya başlıyorduk. Alban arıyordu Crewe maçıyla ilgili neler yapıyoruz diye; şehir dışında olduğumu söylüyordum ona, sesinin bozulduğunu fark ettiğim anda ev telefonundan konuştuğumu fark edince "hmm, neyse bir bakayım, ayarlayabilirsem geliriz diyordum", o ise telefonu kapatırken bye dahi demiyordu, haklıydı da.
Bir iki ay hiç gitmiyorum maçlara.
Doug'u arıyorum neler yapıyorsunuz hiç planınız var mı diye. Gelecek hafta Walsall var diyor. Klüp maça altı otobüs kaldırıyor diyor. Mat'i arıyorum, karısını Londraya gebelik kontrol için doktora götüreceğim diyor. Biliyorum, çoktan ayrıldı karısından.
Bir oluşum yapmıştık tribünde; çoğu premier lig ekibinin bile kıskandığı...
Halifax'daki barda buluşuyoruz. Hep yeni yüzler, yeni çocuklar. Bizimkiler yavaş yavaş geliyorlar barın önüne. iki, üç derken beş kişi oluyoruz. Beş eski yüz. Otobüsün kalkmasına daha bir iki saat var.
Kimse barda birşey konuşmuyor, konuşamıyor. Barda çalışan eleman abi diğerleri de gelecek mi yoksa getireyim mi biraları diyor. Getir biraları sen diyoruz, her maçtan önce yaptığımız bira içme ritüelini çocuk da biliyor, emin misiniz diyor. Eminiz diyoruz.
Gençlere söz vermişiz; Takım Championship'e çıkınca bırakacağız tribünü onlara. Onlar da biliyor dağıldığımızı, homurdanmaya başlıyorlar yavaş yavaş. Tribünlerimizin eskisi gibi olmadığını söylüyorlar. Hatta bizden habersiz Southampton çocuklarıyla dalaşıyorlar. Dertleri onlarla değil biliyoruz, bizimle. Mesaj vermeye çalışıyorlar bize farkındayız, tıpkı bizim tribündeki abilerimize yaptığımız gibi. Bir farkla; onlar birgün aniden bırakıp gitmişlerdi topyekün, biz ise direniyoruz, anlamsızca.
Otobüse bindiğimiz zaman Keir soruyor bize; Beyler bırakalım mı, Bugün, Burda. Biralarımızı içip, bardaklarımızı götürelim eve* ha? diyor. Cevap vermiyoruz, sadece gülümsüyoruz.
Yolda farkediyorum, Joe artık ağaçları saymıyor. Üstelik en çok sevdiği mevsim sonbaharda, sonbaharda ağaçların daha rahat sayıldığını söyler dururdu.
Otobüs Ewell'da mola veriyor. Bu sefer bana tribün ismimi takan joe; Hey Turk bırakalım bence de diyor. Tek kelime etmiyoruz. Otobüs kalkmak üzere iken genç seagullslardan biri gelip abi hadi sizi bekliyoruz diyor. Siz gidin biz geliyoruz diyor Doug. Otobüs gidiyor. Dışarda üşümüşüz, içeri gidip kahve içelim diyoruz. Giriyoruz içeri.
Fulham ve bizim tribünlerin çok kullandığı tezahüratı Out in space adında şarkı yapan Travis çalıyor coffee shop'da, gözlerim doluyor. Ellerim titriyor. Doug; Joe the turk sen baban öldüğünde bile ağlamadın , ağlamayacaksın değil mi çocuk gibi diyor. Yok canım ne ağlaması , kocaman adamız diyorum, gülümsüyorum.
Kahvemizi içip, soğuk sonbahar öğleni ters yönde otobüs bekliyoruz.
Tüm tribüncülere selam olsun.
*: tribün grupları bu işi bıraktıklarında bar sahibi hepsine özel bir bardak yaptırır ve sahiplerine verir yani bir adet gibi.
By Joe Jonese Ateşdağlı

2 Aralık 2008 Salı

beste hakkında..

ayık değildik hiçbirimiz, çok güzeldi kafamız. bir beste yapmışız, yaparken bile sakınmışız hayattan. sessiz ve kederliymişiz yaparken. madem ilk defa beğenilen bir şey yapmışız, avaz avaz suskunluklarımıza aynen devam olsun o zaman.. senin için cimbom, sadece senin için.



30 Kasım 2008 Pazar

Gezegenin Kralı GALATASARAY...


Bi bu kupa kalmıştı alnmayan, bi japonya kalmıştı destan yazmadığımız..

TEŞEKKÜRLER GALATASARAYIM...

Biz Hep PEŞİNDEYİZ...

Bir gün gelecek; bir gün kalacak !

Askere gidesi geldi herkesin..
M.Kemal, Tolga ve Onur Başkan için inletildi dün gece İstiklal sokakları..
Askere giden tüm kardeşlerimize hayırlı teskereler şimdiden..

29 Kasım 2008 Cumartesi

Okey,Ready,Saldır Cimbom!


30/11/08

TSL

13. Hafta

GALATASARAY
-
Hacettepespor

ALİ SAMİ YEN

19:00

____________________________________

GALATASARAY : 3
-
Hacettepespor : 1

'Milan Baros Milan Baros oleyyy oleyyy oleyyy..'

26 Kasım 2008 Çarşamba

hani körkütük sarhoşken gençliğimizden..

sıkıntıdan patlamak üzereyken, gülmekten yerlere yattım az önce :) 30 mayıs 2007 tarihinde UNI-YK maillistine gelen aşağıdaki maili 1,5 yıl sonra tekrar okuyunca, o günlerde içinde bulunulan durumun tekrar gözlerde canlanmaması imkansızdı. paylaşmakta bi sakınca görmedim ama mailin sahibi bizde saklı kalsın :) noktasına, virgülüne dokunulmamıştır..
***********
"UNI' ye veda bestesiz olmaz diyordukya, bir debelenme ve benden birşey çıktı. melodi, UNI deyince ilk akla gelen olmalıydı bence. yani istanbul deplasman hiç farketmedi melodisi ile. ilk kıta beni dahi benden alıp götürdü. 2.kıta değişmeye gelişmeye fazlasıyla açık =)

sivasta konyada gaziantepteee,
gün oldu karanlık ıssız gecedee ..
bu gece bekleme gelemem diye,
haykırdık cimbombom sırf senin için..

haykırsak son defa duyarlarmı kiii,
hangimiz bir sevdadan galip çıktık kii..
sosyete kızı da siktirdi gitti,
bizim için bu okul burada bitti.."

hani şarkılar bizi bu kadar incitmezken,
hani körkütük sarhoşken gençliğimizden,
daha biz kimseye küsmemiş,
daha kimse ölmemişken,
eskidendi, çok eskiden.*
* m.mungan

Git gidebilirsen


Efendim mevsimselmidir yoksa Can Yücel beyefendi bünyeyi ele geçirdi de bizim mi haberimiz yok bilmem ama bu aralar kiminle konuşsam bir gitme isteğinde. Küçük bir sahil kasabasina, bir baska ülkeye, daglara, uzaklara... hayatindan memnun olan yok. Kiminle konussam ayni sey... Her seyi, herkesi birakip gitme istegi. Öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her seyi, herkesi götürdün demektir. Keske kendini birakip gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor. Yani her seyi yüzüstü birakmak göze alinamiyor. Böyle gidiyor iste. Bir yanimiz "kalk gidelim", öbür yanimiz "otur" diyor. "Otur" diyen kazaniyor. O yan kalabalik zira. İs, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü aliskanlik. Aliskanligin verdigi rahatlik, monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor. Kaliyoruz. Kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz. Evlenmeler... Bir çocuk daha dogurmalar... Borçlara girmeler... İşi büyütmeler... "Sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin. kendi imalatimiz küfeler. ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada. ölüm var zira. ölüme inat tutunmak lazim. inadina kök salmak lazim. bari ufak kaçislar yapabilsek. var tabii yapanlar. ama az. sadece kaymak tabakasi. hepimiz kaçabilsek... bütçe, zaman, keyif...denk olsa. gün içinde mesela... küçücük gitmeler yapabilsek. ne mümkün. sabah 09.00, aksam 18.00. sonra baska mecburiyetler. sikisip kaldik. sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali. hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karsiligi bir ömür yani. ne saçma.

24 Kasım 2008 Pazartesi

Kıtaları birbirine katıpta gelin!


Son nefesinize kadar saldırın aslanlar yüreğimiz sizinle..

22 Kasım 2008 Cumartesi

Sarı Kırmızı Armasıyla Saldır Cimbombom!

22/11/08
.
Ankaraspor
-
GALATASARAY
.
Yenikent Asaş Stadyumu
.
19:00

__________________________________
.

Ankaraspor : 0
-
GALATASARAY : 0

'Peşindeyiz! Heryerde..'

Peşindeyiz'den Aforizmalar 1





Çocukluğumuz üzerine kabus gibi çöken eski kuşaklar, bilinçli yıllarımızı da elimizden almayı başaramayacak. Biz mutlu isek, mutlu olmayı istediğimiz ve bunun için çaba harcadığımız için mutluyuz.

bir önceki yazı için ufak bir extended package..


Bıraktım. Bıraktım. Hepsini, kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım. Ama hiçbiri kendi dünyalarını anlayamadı. Ve bana ölümsüzlüklerin sonsuz acıları kaldı. Ya da sonsuz bağımsızlıkları. Bu kadar duyguyu nasıl taşıyacaktım? Bunca yıl taşımış, bunca büyük kentin onca büyük alanlarında bu yalnızlığıma bir destek aramıştım. Beni yaşamcıl kılmakla en büyük ölümlerin en derin acılarını bana vermemiş mi bu insan olma çabası? Ben, insan olma çabasının sürekli üstüne giden ben? Artık beni benden alsınlar. Atsınlar bir alanın sabah süpürülen, sabah boş şişeleri taşınan bir büyük çöp tenekesine. Bende biraz onlardan olmak istiyorum. Duygularını ölçüleyen, sevgilerini sevmeyen, acılarını acımayan, yollarını yürümeyen, uykularını uyuyan, iştahlarını yiyen, sevişme isteklerini boşaltanlardan olmak istiyorum. Sevişme isteğinin sonunda tüm aşkları üstleyecek yorulmazlığı değil, yorgunluğu istiyorum bir insanın yürek atışlarında. Ama sessiz gecelerin sonu var mı sanıyorsun? Hayır? Hayır mı? O zaman bir Anadolu bozkırında özlediğin adsız ve sıfatsız ( Zarif? Snob? Dalgacı? ) beni, nasıl oluyor da bir Orta-Avrupa kentinin kalabalık, trafiği yoğun caddesinin orta yerindeki, kahverengi halı döşeli odasında buluyorsun? Çünkü, herkesi, her yerde bulmak mümkün.

Yazmayı keseceğim. Yeter. Gece ilerledi. Durmalı artık bu zihnin dönmedolapları.

21 Kasım 2008 Cuma

''..what we see or seem is (nothing) but a dream within a dream..'' edgar allan poe


"onun dünyasına aşina olmayanlar, rüya görmediği için üzülen bu oyunbaz çocuğun aslında alacalı düşler kadar renkli bir âlemde yaşadığını nereden bilebilirlerdi?"

Son söyleyeceğimi baştan söyleyeyim ki aşağıdaki olaylar tamamen gerçek hayallerden oluşmaktadır. Bilenlerin bildiği evin malum soğuk yapısında kıçı uyurken açıkta bırakma eylemi görülen rüyanın iskeletinde normalden daha büyük kaymalar yaratabiliyor.... Birileri söylemişti senin okuduğun kitapları ben seçmeliyim etkileniyorsun diye. Nerdedir acaba şu an? Okuyormudur bunları? Hangi kitapın hangi sözünü en çok sevmiştir acaba?
Neyse bendeniz gene rüyalar vasıtasıyla orbitalin derinliklerinde uçarken bu sefer bir cenazeyle karşılaşıyorum.Dunya bir düştür.evet, dünya...ah! evet, dünya bir masaldır.

Karanlık ama koyu gri bir hava.. Hani şu insanların dışarı çıkmaktan en nefret ettiği hava.. Yağmur henüz yağmıyor ama belli ki dışarıda yakalanılacak olursa sırılsıklam edecek bir hava ve insanlarda belli belirsiz bir telaş ve huzursuzlanma ve hareketlerinde anlamsız bir acele. Yüzlerin neredeyse hepsi tanıdık. Bazı suratlar tanıdık bir anı ancak yıllar var görüşmeyeli ama bizim Mehdi'nin yüzü ortaokuldan hatırladığım kadarıyla olsa olsa böyle bir gençadam olurdu. Onun ne işi var acaba burada.. Diğer bütün yüzler tanıdık ama onun bu insanlardan herhangi biriyle tanışık olma olasılığından öte aynı şehirde bile bulunmamıştır. Y'u görüyorum, Mehdi'ye doğru gidiyor,omuzları çökmüş. Rusya yaramadı bu adama. Bir ara Y'la ortaokul yıllarımızın geçtiği "ötekiler" ve "siz" arasındaki ayrımı karnımıza kadar hissetmemizi sağlayan M.. şehrine tekrar gidelim bir, çocukluğumuzun anılarını kovalayalım. Kışın gidersek naylon poşetle en yüksek tepesine çıkıp kayalım. Şayet ilkbaharsa kağıttan gemi yapıp kanalda yarıştıralım.Dondurmasına.. Mehdi'yi de ziyaret etmiş oluruz hem. Not almam lazım bu fikirde uzayın kozmik derinliğinde kaybolmadan. Neden sonra kalabalığın içinde minik bir kız çocuğu görüyorum, herkesden daha suskun, yüzü allak bullak, titriyor... ''Ben biliyordum'', '' ben biliyordum '' diye mırıldanıyor. Herkesden ayrı üzülüyor sanki bir bildiği var gibi.. Başım dönüyor ve birden bir odanın içerisindeyim ve açık bir bilgisayar var. Siteye giriyorum simsiyah, kapkara bir index. Yataktan fırlıyorum ve kapıyı açtığımda cenaze devam ediyor.. Çocukları arıyor gözlerim voda,patriot,aliyavuz,r@mco,ultras!,mcan hepsi tastamam orada.. Mezara doğru koşuyorum bir ara mcan'ın yanından geçerken ''cenaze merasiminde ölü gömlürken ellerinizi açıp dua okumazsanız bu hareket ya gayrimuslim yada ateist olduğunuza yorumlanır. ama bunun ayrımını yapacak insan evladı yoktur.'' dediğini duyar gibi oluyorum ve birden N... ve D... 'ile karşılaşıyorum. Kireç gibi bembeyaz suratları vardı. Özellikle N... ile ama ikisiyle beraberken karşılaşma fırsatım olduğu için sevindim. Nitekim onları son zamanlarda haksız yere çok kırmıştım ve bundan üzüntü duyuyordum. Yüzyüze söylemekten belki de aptalca bir gururdan sebep çekindiğim şeyleri burda gayette söyleyebilirdim ama böyle aniden olunca ne diyeceğimi bilemedim. Sadece özür dilerimle açıklanacak bir durum değil nitekim. Hem hatalı bir ifadedir. Özür dilenmez, beyan edilir. Özrün kabulü dilenebilir.
Tekrar odadayım.. Siyah indexe korkuyla tıklıyorum ve karşımda bir yazı beliriyor;
ELVEDA
''Doğumum bile bir kökünden kopma idi. Dokuz yaşıma kadar çevremi, özellikle çevremdeki sessizliği kavramaya çalıştım... Onüç yaşımla Onsekiz yaşım arasında aklın bittiği yerleri ve çıldırmanın sınırlarını aradım... Onsekiz yaşımla Yirmiüç yaşım arasında ne akıllı ne de çılgındım. Dünyayı kavradığımı sandım... Yirmidört yaşındayım. Bugün, gecenin bazı saatlerinde kitlenin anlamsız gürültüsü içinde boğuluyorum...Kendimi öldürmeye çalışıyorum... Özlemlerim kalmadı.Bırkatım. Hepsini kendi ve benim dünyamı anlamaları için bıraktım... Ve bana ölümsüzlerin sonsuz acıları kaldı.''

Mehdi toprak atıyor mezara, sessiz ip gibi akan gözyaşlarıyla.
Bir kadın feryadı işitiliyor, bir kaç hıçkırış
Susarak haykırıyor bazısı, bazısı ise şokta...
Önce sessiz bir şekilde geliyorum günahlarımdan arınmaya çalışarak ve bir çocuk masumiyetinde ilerliyorum, söylediğim yalanlar ve yaptığım kötülükler geliyor aklıma, toparlamaya çalışıyorum yorgun düşmemem lazım, yaptığım şeylerin alt toplamını alıyorum ömrüm gibi karmaşık sayı çıkıyor, zaten düzgün bir şey de beklemiyordum, gözlerim kararıyor ve sonra tam karşılaşacakken kan ter içinde uyanıyorum, banyoya gidip kafamı kaldırıyorum, her şeye rağmen yaşamanın güzelliği geliyor aklıma, içimdeki kötülüklerden kurtularak hayata iyiliklerle devam edeceğimi sesli olarak iki kez tekrarlıyor, sonra susuyorum, tekrar yatmaya gidiyorum başım öne eğik...

"...kendi payıma ben dünyayı rüyalarımla keşfetmeye çalıştım. bu yeterince cesur olmadığımın bir göstergesi olabilir. aynı hatayı senin de yapmana yol açmak istemiyorum. sana izin veriyorum, git. git ve benim göremediklerimi gör, benim dokunamadıklarıma dokun, sevemediklerimi sev ve hatta, bu adamın çekmeye cesaret edemediği acıları çek. dünyadan ve onun binbir halinden korkma."

p.s: Bugün bir aksilik olmazsa ölmeyi düşünmüyorum

20 Kasım 2008 Perşembe

ıssız adam..

ıssız adam, modern hayatın yalnızlaştırdığı insanları anlatan, yemekler, anneler, eski şarkılar ve aşk üzerine bir film. metropol kalabalığı içinde yaşarken farkında olmadığımız, kaybettikten sonra değerini anladığımız insanlara, günlere ve daha birçok şeye dair buruk ama yine de umut dolu bir hikaye..

are your memories like mine?



Sanıyorsunuz ki,
kahveniz sıcacık fincanınızda
koltuğunuz; dilediğiniz, arzu ettiğiniz bütün konforu size sunuyor,
elinizde kitabınız, Tezer Özlü,
sayfalarda biriken düşüncelerin, sizi hayatın ne tarafına demirlediğini düşünüyorsunuz,
kelimeler, başlıklardan aradığınız anlamlar,
kalanını okumasanız ne kaybedersiniz,
kayıp,
sokaklarda mı birikmeye başlamıştı ilk,
evinizin sokağı, sokağınızdaki eviniz,
aile; kimden oldunuz? Kimden doğdunuz?
Kaç kişi başladınız kendi hayatınıza?
Kaç kişi kaldınız bu yaşınızda, oysa kalabalıktı haneniz,
suskunluklarınızın müsebbibi, uykularınızın karabasanı,
yalnızlığınızın edepsiz tanrıları.
Koltuğunuzda sızıp kalmaya başladınız bu yaşta,
koltuğunuz tek kişilik, ayaklarınızın dibinde hatıralar,
elleriniz göğsünüzde birleşivermişler, kafanız yana yatık,
göbeğinizin üzerinde ters döndürülmüş bir kitap; kahkaha benden yana
kapağında kitabın umarsızca gülüyor size leke leke insanlar,
uykunuz tek kişilik, ayaklarınızın hatıralarınız, uykulu
ama uyanık, elleriniz terlemiş, okşamaya hatıralar
kaçacak yanınızdan, biliyorsunuz.

Sanıyorsunuz,
kahveniz sıcacık fincanınızda
uyanmaya çalışıyorsunuz hala,
kahveniz su kokuyor, ayılamayacaksınız,
ellerinizin teri kurumuş, yapışyapışsınız,
htıralar ayaklarınızın dibinden yavaş yavaş uzaklaşıyor,
bir sağa yalpalıyor, bir sola, gülemiyorsunuz, sanki çok yorgunsunuz,
göbeğinizde ters çevirip bıraktığınız kitabınız; çocuğu büyüyüp sütten kesilmesi gerektiğinde,
Annesi bekarken ki gibi saklar memelerini, o zaman çocuğun artık annesi yoktur.
Annesini başka bir şekilde kaybetmeyen çocuğa ne mutlu!
Okuduğunuz son cümle hatırlatıyor annenizi, ne zaman ve neden kesildiniz sütten bilememenin ve öğrenemeyecek

olmanın sıkıntısı, sabahın/gecenin körü, körlüğünde,
görünmeyene, bilinmeyene uzak kalmışlığınız, kahveniz daha da soğuyor, artık görünürde değil hatıralar. Pencere açık kalmış,
sabaha kadar bütün kokusu şehrin evin içine dolmuş,
midenizin bulanması bundan olsa gerek, kusmuğunuz şehir tadında,
ayaklarınızın dibinin kiracısı değişti, bir gözü kör hatıralar gören gözlerinizden uzak,
ayaklarınız ekşimiş şehir kokuyor, kalkmak istiyorsunuz, biran önce ayaklarınızı temizleyip,
temiz adımlar atmak istiyorsunuz, o kadar kolay değil bu maalesef!

gölge etme


çocukluğuma sığınarak deplase oldum iç acıtıcı zamanlardan,sorumsuz boşluk doldurmalara...

ve yaktım dönüş biletlerini,sana gelen tüm vasıtaların.

şimdi her neredeysen çek artık ellerini üstümden...