30 Ağustos 2010 Pazartesi

Dünya Dönüyor..

Üç gün önce küfürleri saniyelere sığdırmaya çalışanlar, bugün gelen üç gol, iki haftalık ara, bir de Yeşilköy'e inmesi beklenenleri birleştirip üçü bir arada kahve yaptı yüzsüzlükleriyle içiyorlar. Afiyet olsun!

This is Anfield!


Kısa süren yaz mevsiminin sonbaharla kucaklaşmak üzere olduğu Ada'da ligin başlamasıyla dünya kupasından kalan futbol tatminsizliği nihayet sona eriyordu.Hafta sonu atkı,forma kombinasyonlu kitlelerin metrolara yığılması,publarda 90 dakikaya sığan bira miktarının tavan yapmasıyla futbolun tutku ülkesinde bir kaç aylık pause tuşuna basılan hayat,yeniden başlıyordu.Gazetelerde uzunca süren transfer spekülasyonları,ülkenin dünya kupasındaki başarısızlığı,Peter Crouch'un alkollik halleri,Ashly Cole&Cheryl Cole ikilisinin gına getiren ilişkileri yerini futbola,fikstüre,takımların durumuna bırakması şüphesiz en çok sevindirici olandı.

Gezelim-Görelim mottosunun stad-futbol ikilisine uyarlanmasıyla,ucuz bilet ve Anfield Road etkenleri birleşince kendimi Liverpool yolunda bir otobüste buldum bir hafta içi günü.Liverpool 36 yıl öncesinin aynı rakibi Trabzon'la oynuyordu.Her ne kadar yılda iç sahada ortalama 30 maç yapan Liverpool'un memleket takımı ile yaptığı maça gitmeyi sorgulasam da,sıradan maçtan öte bir gidiş olduğu için yol aldım.

Yaklaşık dört buçuk saat kadar süren yolda İngiltere ligi puan tablosundan farksız karayolları mesafe tabelaları,arabalarda bizim memlekete ait farklı formalı onlarca insan,mola bölgesinde yaş ortalaması 21-22 olan 36 yıl önceki galibiyeti yaşamışcasına birbirine anlatan yurdum insanlarıyla garip bir yol hikayesi yaşıyordum.Kuzeye doğru yol aldıkça soğuyan hava,delicesine yağan yağmurla birlikte sonunda şehre adım attım.

Maçın başlamasına kısa bir süre kaldığından fotoğraf ve gerekli gezelim-görelim incelemesi için yağmurla inatlaşırcasına yürüdüm.Dışarıdan verdiği ilk izlenimle alakası olmayan bir staddı Anfield Road.Hafta içi iş koşuşturmasından çıkan şehrin insanlarının yavaş yavaş stada gelmesiyle ortalık hareketleniyordu.Sarı-Kırmızı atkıyı görüp gülümseyen,soran,ne 2005 finalini,ne İstanbul'u ne de Galatasaray'ı unutmayanları gördükçe keyif bir kat daha artıyordu.

Yavaş yavaş stadın etrafında yürürken sessiz bir kalabalıkla karşılaştım.Yağmurun altında mumlar yakılıp sessizce gösyaşları dökülüyordu.Bunlar 1989 yılındaki Hillsborough faciası içindi.Bir hata sonucu kaybedilen 96 can.Aradan geçen 21 yıl onlar unutmamıştı.Yüzlerindeki ifade ve gözyaşi sanki daha dün yaşanan bir olayın acısı gibiydi.

O kalabalığın hemen yanında kafamı kaldırdığımda Liverpool'la özdeşleşmiş o söz kapının üzerinde duruyordu..'You'll Never Walk Alone'..İronik gelmişti bana bu çok.Yitirilen onca insan için gözyaşı dökenler birazdan bu sözleri bağıracaktı stadda.Garip bir havası vardı bu şehrin sanırım söyledikleri gibi basit bir şarkıdan çok ötesiydi..

Liverpool ve tribün kelimeleri yan yana geldiği anda ağızdan çıkan ilk kelime olan 'KOP'a ulaştım.Kalabalık taraftar grubu,keyifle tüketilen biralar,söylenen şarkılar bahsedilen tribünden ipuçlarını dışarıda veriyordu.Yağmur artık isyan ettirme noktasına gelmiş ve maçın başlamasına kısa süre kaldığı için stada girme vaktiydi.Bir süre beklemenin ardından içeri daldım.

Dışarıdan görünümü ile hiç bir alakası olmayan,tabiri caiz falan değil bildiğin kutu gibi bir stad karşımdaydı.Çatı hariç herhangi bir yerinden rüzgarın dahi giremeyeceği kapalı bir kutu.İster istemez yıllardan beri merak ettiğim,ambiyans denildiği zaman sürekli konuşulan bir stadda olduğum için garip bir hissiyattaydım.Burada bırakın stadın hepsini,bir kısmının bile bağırdığında oluşabilecek gürültüyü kestirmek zor değildi.

45 bin kapasiteli Anfield Road sanırım her futbolseverin sahip olmak isteyeceği stadlardan biriydi.Maçın başlamasına kısa bir süre kala stad boşluk kalmayacak şekilde doldu.Anfield Road yavaş yavaşç havasına giriyordu.
Bir anda garip bir ses yükseldi tribünlerde.Baştan anlamsız bir şekilde bakarken onların bu takıma dair belkide her şeyi,bayrak adamı,mücadele simgesi Gerard sahadaydı.Yüzlerdeki ona karşı olan sevgi çılgınlığını görünce bir yere gitmemesi için ne kadar çok nedeni olduğunu daha iyi anladım.

Takımlar sahaya çıkarken tribünler hazırdı.O sırada KOP'tan yükselen beklenen tezahürat dudaklardaydı.Stadda bulunan herkes ' You'll Never Walk Alone' diye haykırıyordu.Gerçekten zamanında televizyonlardan izleyip,dinlediğimiz ambiyanstan çok daha fazlasıydı.Bir şarkıdan,bir tezahürattan öteydi sanki.Ayin gibi..


Maç boyuncca sahaya odaklanarak futbol izleyen binlerce insan,ayakta maç izlemenin garipliğine bakan Liverpool'lular,KOP tarafından ara ara söylenen tezahüratlar ve Liverpool'un 1-0 üstünlüğü ile biten maç Anfield Road'a dair beklentileri fazlasıyla karşılamıştı..

O gün yağmurun altında muhtemelen evdeki oyun konsolları başından Liverpool için kalkmış onlarca çocuk babalarıyla maça gidiyorlardı.O insanların yüzündeki mutluluk,herkesin üzerinde takıma ait bir parça armalı ürün,21 yıl önceki faciada ve daha kaybedilen niceleri için her maç günü yakılan bir mum bu şehrin takımının neden Asla Yanlız Yürümeyeceğini fazlasıyla anlatıyor..

@Anfield,Liverpool

Walk on,walk on
with hope in your heart
and you'll never walk alone,
You'll Never Walk Alone!






























20 Ağustos 2010 Cuma

Adnan Sezgin Detected


Profesyonel futbol tarihinde ilk kez bir kulüp başkanı ve kulüp muhasebe müdürü hakkında “emniyeti suiistimal” etmekten suç duyurusunda bulunuldu.

İstanbulspor’un eski başkanı Adnan Sezgin ve eski muhasebe müdürü Ateş Salcıoğlu’nun görevde bulundukları dönemdeki mali uygulamaları, İstanbulspor Denetim Kurulu üyeleri tarafından incelenerek, kanunsuz olduğu düşünülen faaliyetler tespit edildi.

Dosyada, kayıt dışı ekonomi ve vergi yolsuzluğu gibi “alışılagelen” pek çok madde yer aldı.

Ancak usulsüzlüklerin arasında en ilginci, Beşiktaş’ı 2 – 1 yenen İstanbulspor’un, bir hafta sonra oynadığı ve kaybettiği Ankaragücü maçının ardından dağıtılan primdi.

Saidou’nun yaptığı! Skandal, aldıkları paralar karşılığında başka hiçbir futbolcunun makbuza tarih atmamasına karşın, sadece Saidou’nun makbuzun üzerine 12 Mart 2004 tarihini yazmasıyla ortaya çıkardı.

O tarihte, İstanbulspor’un, Ankaragücü karşısında aldığı mağlubiyetin ardından prim dağıtılmasının anlamsız olduğunu düşünen denetçiler, bir hafta önce İzmit’te İstanbulspor’un 2 – 1′lik galibiyetiyle sonuçlanan Beşiktaş maçının isim listesine bakınca, kayıt dışı ödemedeki enteresanlığı belirledi.

12 Mart 2004′te 31 kişiye dağıtılan “prim listesi”nde ilginç detaylar vardı. Karşılaşmaya ilk 11′de başlayan sporcular 6′şar, yedek ve sonradan giren futbolcular 4′er milyar lira alırken, diğer futbolcular ve kulüp çalışanları daha az miktarlarla ödüllendirildi.

Kulüp kasasının o tarihte boş olması, dağıtılan primin nereden geldiği sorusunu da beraberinde getirdi. Olay, suç duyurusuna, hukuki sebeplerle “teşvik” olarak yansıtılamazken, denetçiler “kayıt dışı gelir – gider” gerekçesiyle Sezgin ve Salcıoğlu’nun ifadelerinin alınması gerektiğini belirtti.

Bedava transfer Dosyanın can alıcı noktalarından bir diğeri de, İstanbulspor’la Fenerbahçe arasında gerçekleşen Mehmet Yozgatlı ve Ivaylo Petkov transferlerinin belgeleri.

İstanbulspor’un resmi defterlerinde 3 Temmuz 2003′te Fenerbahçe’ye satılan Selçuk Şahin’in bonservis ücreti 2 trilyon 860 milyar lira olarak gösterilirken, 1 Eylül 2003 tarihinde yine Fenerbahçe’ye satılan Petkov ile 29 Ocak 2004′te satılan Yozgatlı’yla ilgili fatura ve tahsilat makbuzunun olmayışı dikkatlerden kaçmadı.

Yozgatlı’nın medyaya “2 milyon dolar”, Petkov’un da “1 milyon dolar” olarak yansıyan transferleriyle ilgili kayıt bulamayan kulüp denetçileri, bunun üzerine Fenerbahçe Kulübü’ne başvurdu.

Cebe konan çekler Fenerbahçe Hukuk İşleri Müdürü Metin Özer imzasıyla gelen yanıtta, Yozgatlı’nın 270 bin dolar ödenerek, Petkov’un da “serbest oyuncu” statasüyle transfer edildiği ve bu yüzden bonservis ücreti ödenmediği bildirildi.

Denetçilerin kulüp muhasebe personeliyle yaptığı görüşmede, şu anki finansman sorumlusu İlksen Sözer, “Petkov’dan 600 milyar lira geldi. Ancak kasaya resmi girişi yapılmadı” dedi.

Altyapı İdari İşler görevlisi Ahmet Coşkun’un “4 çeki Adnan Sezgin cebine koyarken gördüm” şeklinde ifade vermesi, resmi kayıtlarda hiçbir hareketin gözükmemesi, Sezgin’in o çekleri ne karşılığında aldığı ve ne yaptığı sorusunu akıllara getirdi ve savcılığa yazılı ifade alması için başvuru yapıldı. Savcı denetçilerin iddialarını doğrularsa, Adnan Sezgin görevi suiistimalden 2-5 yıl arası hapis istemiyle yargılanacak.


-alıntıdır-

6 Ağustos 2010 Cuma

Geçmişte Kalamayanlar

Yine böyle sıcak bir geceydi yıllar önce balat kıyısındaki antreman sahasına tel örgülerin altından girdiklerinde.Kaleciler çalışsın diye iple bağlanmış topu geri vermemek üzere aldılar. Koskoca antreman sahasında ikişerden çift kale maç yapmaktı istedikleri.Biri dayanamadı tabi, kustu santraya.O gece herkes kusmuştu.Kafalar hep güzeldi o gecelerde.Bazen Zeytinburnu sahilde, bazen istasyonun ordaki meyhanede,genelde İstiklâlin kuytu köşelerinde.Arada sırada Karacaahmet'te mezarlıkların ortasında bir evde.Daha sonra Ortaköy'de köprünün dibindeki meskende. Gece olunca şehirdeki boşluklardan boşluk beğenilirdi, eldeki siyah poşetlerle...