31 Aralık 2008 Çarşamba

O Yıllar Seninle Başlar


Öfkeyle bakıp da aşağıya itelemedik hiç yılları, her bir yenisinde kendine dair umut saçanlara baktık hep tuhaf tuhaf. İçimizden gelen umut pırıltıları olduysa tek tük, hep ona dair oldu.

Zaten 4 rakamı yan yana dizip de dönemi dümdüz ifade etmek pek istenmedi bünyece , hep ona dair gruplamamız gerekti. Eylül başı 2008-2009 diye yazısız kurallarca gruplandırdık yine senle geçen takvimleri, Mayıs sonu kederli bir suratla yırtacağız; oradan buradan çıkmış dandik masaüstü takviminin baştan beşinci yaprağını. Yine arkasından Haziran gözükecek, daha da çok varmış diye söveceğiz.

Mantık arayıp, soru işaretlerine boğmayacağız kendimizi hiç. Şuurun kayıp, sesin çok gür çıktığı yerde olacağız. En dandik salonları arşınlamayı borç, sana küsenleri düşman belleyeceğiz.

Paramızın çıkıştığı çeyrek bileti kontrol etmekten geri kalmayıp, kendimizi en çok çeyreklere çıkıyor diye avutacağız yine. Kazanan şehirlere bakıp, İstanbull İstanbull diye komşuyu rahatsız etmekten geri kalmayacağız. Bileti yırtıp, gelecek her maça dair amorti sunan salonsal enfeksiyonu kapacağız yine. Hiç de sevgimiz kadar amatörce olmayan çift basamaklı bilet fiyatlarına bakmakla yetinecek, hakettiğimiz yere koşulsuz dalacağız. Salonların sevilmeyen terli suratları olacak, skorları bilmeden döneceğiz gerisin geri yine buluşmak üzere.

Skorları siklemediğimiz kadar, nasılsa yeniliriz diye düşünenlere de 'tribünle kazanılan maç' sıfatında laflarını yedirmek uğruna daha bir insandan gayri nitelikler sergileyeceğiz salonda.

03 Ocak 09,
@ Aydan Siyavuş SS.

30 Aralık 2008 Salı

Derbi Öncesi Taraftarımıza Çağrı

Değerli Galatasaraylı Basketbolseverler,

Bu hafta sonu yine çok önemli bir maça çıkıyoruz. 3 Ocak 2009 Cumartesi günü saat 19:00'da ezeli rakibimiz Fenerbahçe Ülker ile Ayhan Şahenk Spor Salonu'nda oynayacağız. 2009 yılının bu ilk derbisinde taraftarımızın bizi yanlız bırakmayacağını ve salonumuzu doldurarak bizleri sonuna kadar destekleyeceğinizi biliyoruz.

Ancak sizden ricamız, bugüne kadar birçok rakip taraftara örnek olmuş tutumlarınızı bu karşılaşmada da sürdürmeniz ve her zamanki fair-play ruhunu tüm basketbol kamuoyuna tekrar göstermenizdir.

Unutulmamalı ki, herhangi bir taşkınlık, bizi zirveye taşıması açısından bu maç kadar önem taşıyan Türk Telekom maçının “seyircisiz oynanma” riskini gündeme getirebilecektir.

29 Aralık 2008 Pazartesi

biz varken ölüm yok, ölüm varken biz yokuz !

kimi zaman ufak tefek, kimi zaman da derin yaralarla iz bıraktılar bünyelerde. hep kaybeden olduk, sonra hep zaman bize ilaç olur sandık, kendi kendimize toparlanmaya çalıştık. her seferinde idam sehpasından kurtarmaya çalıştık götümüzü. belki giyotini duyunca geri vites de yaptık. kafamızı kesmeye çalıştılar, dellendik kafa attık yine suçlu olan taraf biz olduk. hepsini geçtik hepsi unutuldu, hiçbirisinin aslında hayatımızda bir önemi olmadığını, onlarsız da yaşandığını herşey bittiği anda anladık. aynen dedikleri gibi, önümüzdeki maçlara baktık.

ben hayatımda ilk defa gökyüzünü bu kadar mavi ve temiz görebildim. evet daha önce hiç görememiştim.
yani bakmışım ama görememişim. bu güzelliğe bakmanın şimdi bir bedeli var artık. bu sefer ilmik boynumuza geçirilmiş ve galiba yırtamıyoruz. gökyüzüne doya doya bakarak uyuduğun bir gecenin sabahında boynunda bir ilmikle uyanıyorsun. gözlerini açtığında yine gökyüzü karşında. ellerin sımsıkı bağlanmış ve ayaklarının altında bulunan sandalyeye büyük bir inançla basmak zorundasın artık. o lanet olasıca üç ayaklı tahtadan yapılmış sandalyeye güvenmek zorundasın. tek dayanağın o şuanda. ayağının altından kaymaması için ayarını vermelisin. yoksa bu kadar yaklaşmışken... bu sefer harbiden ölür gidersin.

Karlar düşer, düşer düşer ağlarım


Dışarıda kar yağıyor, tutar mı tutmaz mı bilinmez... Babanın asker olmasından, ve soğuk topraklara yapılan sayısız ziyaretlerden sebep karla içiçe çok zaman geçiren şahsım gene eski günlere dalmış vaziyette.. yapıyordu(k)m bunu. yılın ilk karı yağdığında annem saat kaç olursa olsun nazikçe uyandırırdı (çünkü uyandırmazsa ertesi gün "niye uyandırmadın" diye sızlanırdım), üstümüzü başımızı sırılsıklam ve buz gibi olacağımızı bile bile iyice kontrol ederdi, o sırada dışarı çıkmış olan diğer arkadaşların ve ailelerinin sesi gelirdi, iyice sabırsızlanıp atkının sekizinci düğümü atılmadan dışarı fırlardık kardeşimle. lojman hayatını bilenlere yabancı gelmez bir apartmandaki herkesi adıyla sanıyla bilmek. şimdiki gibi normalde az da olsa tanıdığınız bir arkadaşınızın sizin hemen alt katınızda 2 yıldır yaşadığını tamamen şans eseri asansörde karşılaşarak keşfetmediğiniz, apartmandan içeri giren her insana "lan bu bizim apartmanda mı yaşıyordu" demediğiniz zamanlardı.

gecenin köründe bembeyaz bir örtü gibi etrafı kapladığı için bendenizin "çarşaf" dediği, üzerinde yürünmemiş kar ve yağış sırasında ısınmakta olan hava ile birleşince tadından yenmeyen bir dünyaya adım atardık. alışılageldik çocuk-ergen zibidilikleri, karda yuvarlanmalar, yorulana ve eldivenler sudan ağırlaşıncaya kadar kartopu oynamalar ve asla ama asla filmlerdeki kadar tombul ve akça pakça yapamadığımız kardan adamlar. sonuç olarak kıpkırmızı bir surat, donmuş el ve ayaklarla yeni demlenmiş çay ve kızarmış ekmek kokuları dolu olan sıcak eve adım atmak, üsttekileri canhıraş çıkarıp kalorifer\soba yakınlarında buruşmuş olan parmakları ovuşturmak, geceyarısı yapılan tereyağlı, tulum peynirli "kahvaltı" ve en sonunda aniden sıcağa girmekten karıncalanmakta olan eller ve ayakları sıcak yorganlara sokup dünya üzerindeki hiçbir maddi varlığın veremeyeceği o huzur duygusu ile rüyalar dalmak...

peki ne değişti? kar aynı kar, gece aynı gece ama ne biz çocuğuz ne de artık içimizdeki "aman üşürüz yarın iş\okul var" diye daha fikir bile oluşmadan kendimizi caydıran koca adamları\kadınları susturabiliyoruz. romantik diyin, seksenler kuşağı diyin, üzgün diyin önemli değil eğer özlediğim bir şey varsa o da budur ve her kar yağdığında o günleri özlerim, belki bir gün gece saate bakmadan yine dışarı fırlarım en azından "benim" için çok geç olmadan.

hayata dair...




Bir Taksim akşamı.. son metroya, koşmaya güç bulamadan, hızlı adımlarla yetişmeye çalışan yaşlı amcanın yüzündeki endişeli ifade ile aynı anda benzer yaşlardaki başka bir adamın jipinin penceresinden yola tükürürkenki ifadesi arasındaki hayatın adaleti konusunda pek düşünecek, konuşacak bir şey bırakmayan fark... kılık kıyafeti, hayatında yapmak isteyip yapamadığı pek çok şey olduğu kanısı yaratan amca için ise söylenebilecek tek şey
" - umarım yetişmiştir.. " oluyor, " bari bunu kaçırmasın.. "