26 Kasım 2008 Çarşamba

Git gidebilirsen


Efendim mevsimselmidir yoksa Can Yücel beyefendi bünyeyi ele geçirdi de bizim mi haberimiz yok bilmem ama bu aralar kiminle konuşsam bir gitme isteğinde. Küçük bir sahil kasabasina, bir baska ülkeye, daglara, uzaklara... hayatindan memnun olan yok. Kiminle konussam ayni sey... Her seyi, herkesi birakip gitme istegi. Öyle "yanina almak istedigi üç sey" falan yok. Bir kendisi. Bu yeter zaten. Her seyi, herkesi götürdün demektir. Keske kendini birakip gidebilse insan. Ama olmuyor. Hadi kendimize raziyiz diyelim, öteki de olmuyor. Yani her seyi yüzüstü birakmak göze alinamiyor. Böyle gidiyor iste. Bir yanimiz "kalk gidelim", öbür yanimiz "otur" diyor. "Otur" diyen kazaniyor. O yan kalabalik zira. İs, güç, sorumluluk, çoluk çocuk, aile, güvende olma duygusu... En kötüsü aliskanlik. Aliskanligin verdigi rahatlik, monotonlugun dogurdugu bikkinligi yeniyor. Kaliyoruz. Kus olup uçmak isterken agaç olup kök saliyoruz. Evlenmeler... Bir çocuk daha dogurmalar... Borçlara girmeler... İşi büyütmeler... "Sirtinda yumurta küfesi olmak" diye bir deyim vardir; evet, sirtimizda yumurta küfesi var hepimizin. kendi imalatimiz küfeler. ama egreti de yasanmaz ki bu dünyada. ölüm var zira. ölüme inat tutunmak lazim. inadina kök salmak lazim. bari ufak kaçislar yapabilsek. var tabii yapanlar. ama az. sadece kaymak tabakasi. hepimiz kaçabilsek... bütçe, zaman, keyif...denk olsa. gün içinde mesela... küçücük gitmeler yapabilsek. ne mümkün. sabah 09.00, aksam 18.00. sonra baska mecburiyetler. sikisip kaldik. sirf yeme, içme, barinmanin bedeli bu kadar agir olmamali. hayatta kalabilmek için bir ömür veriyoruz. bir ömür karsiligi bir ömür yani. ne saçma.

Hiç yorum yok: