29 Ekim 2008 Çarşamba

ayaz geceler

günler öncesinden başlamıştı trafik. durgun sakin geçen bi haftadan sonra, hareketli haftasonuna aslında pek hazır sayılmazdı bünyeler. ay sonuna yaklaşırken parasızlık kurcalıyor kafaları. erken gidelim sofrayı kuralım hesabındayız aslında ama neyle gidiyosun, nasıl yapıyosun? gelicez kanka, en kötü ihtimal tribünde beraber oluruz diyorum, kabul görmüyor. derken telefona bi aktivasyon mesajı geliyor. "cumartesi 15.00, biletiniz alindi, ismail ayaz hayırlı yolculuklar diler." ctesi harıl harıl çalışıp işler bitiriliyor. saat 2 olmuş patron ortalıklarda yok. ulan maça gidicez, bi kere de erken gel şu ofise, alalım üç beş, yolluk bişeyler yapalım diyoruz ama yok. cepteki son üç beş kalanla ofisten ayrılıp, patriotla irtibat kuruluyor. "otogardayım" diyor. 155 nolu peronun önünde duran adamdır patriot. firmanın ismine bakıp bakıp çekiyor sigarasını. ayaz gecelerde yitip giden sevgiliyi düşünüyor sanırsam. nasıl olcak bu işler deyip duruyoruz birbimize, dakikalar kalmış perondan çıkmaya. "bozukları değerlendirelim" diyor, tavuk döner yiyelim aq. otobus boş, sessiz. köprüyü geçerken "dayı" diyoruz muavine, ilk mola pamukova diyor. çişimiz var, otobüse mi işeyelim deyince, dudullu da durduruyor otobüsü sike sike.. muavin yolcuya küçük mü büyük mü diye soru sorar mı aq. yol uzandıkça uzanıyor önümüzde, biz firmaya küfrediyoruz. ulan iyi ki bi kere mola istedik be, herifler o moladan sonra heryerde durdular. 1 kişi için izmit terminaline girmişiz, muavin inmeyin diyor. biz çoktan ateşlemişiz sigarayı. belki 1 gelen daha olur be abi diyoruz :) bilecik civarında ilk bağlantı kuruluyor oldcityle. ramçoyla, ultras varmış. ali yavuzla m.can gezenti. seer ise hala vasıta arıyor. az kaldı kanka geliyoruz diyerek dalıyoruz tekrar uykuya. anadolu üniversitesi önünde ayazdan iniyoruz. ışıklı güzel caddelerde çiçek gibi üniversiteli hatunlar geziyor. karnımız acıkmış, patriot çiğ börekten bahsediyor. dalıyoruz ilk börekçiye.. biraz dolaştıktan sonra ekibin diğer parçasıyla adalarda buluşuyoruz. hasrete ara verip başlıyoruz yine işte. "çok uzun zaman oldu" diyor ramço :) gece daha yeni başlıyor, hasan polatkana uğrayıp alkol ayarını verdikten sonra eve geçiyoruz. özer kardeşimiz misafir ediyor bizi. ekip buluşunca derin mevzular konuşuluyor yine eskisi gibi. ramço da bi değişiklik yok, yine harikalar yaratıyor. yenidoğanla yeniden doğuyoruz sayende kanka sanki. dertlerden sıkıntılardan biraz da olsa uzaklaştırdın bizi. sonra seer geldi gece geç vakitte. yarın acaba o beklediğimiz gün mü diyerek yatışa geçiyoruz inceden. dışarda ayaz, içimizde yine umut var. herkes kendi sıkıntılarına göre bi köşe bulup, sızıyor.

sabah oluyor, hatta öğle vakti. saatler geri mi alınmıştı, ileri mi? başım öyle bi ağrıyorki. elde avuçta cepte kalanlar ve dolapta olanlarla bişeyler atıştırıyoruz. 5-6 saat falan kalmış maça. istanbul yolda. akın akın geliyorlar. bütün hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. ulan hazırlık dediğimiz, dün geceden kalan viskinin dibini görebilmek oluyor :) aliyavuz gelmeden vasıtasal sorunlar çözüme kavuşturuluyor. zorluk çıkarmanın manası yok diyor ve teşekkür ediyor ramço. bi de renoya soralım bakalım, hiç 8 kişi binebilmiş mi lagunaya. sıkıntıya gelemem diyor seer, "bagajda gidilir mi 30 km." sorularını yanıtsız bırakıp, bagaj kapağını yorganını üstüne çeker gibi kapatıyor.. yolda bi benzin istasyonu şimdiki yerimiz. depoya takviye yapmak için yanaşıyoruz. istasyon çalışanı araç içinden inen 7 kişiye alışkındır belki ama bagajı açtığımızda seer'i görünce, 26 plakaya ve eskişehir yönünden geldiğimize bakma sen diyoruz, sakinleştiriyoruz ortamı. bikaç km. yol aldıktan sonra tayfayı bekleyen -aslında beklemeyen- emniyet güçlerine rastlıyoruz. dönüp bi hal hatır soralım diyoruz, kim geliyo diyolar. siz mi durdurcaksınız diyoruz, siz kimden bahsediyorsunuz diyorlar. 5 otobüs cevabını alınca, kendi sayılarını saymaya başlıyorlar. telsiz anonsları başlıyor, takviye isteniyor. yaklaşık 5-10 dk. sonra tayfabusler metrobus gibi akın akın geliyor. tanıdık yüzleri görmek ilaç gibi geliyor ayazda kalan bünyelerimize. biniyoruz otobüslere, eskişehire geri dönüyoruz. uni'ler ve ankara'yla beraber 7 otobüs şehre giriş yapıyor. hava kararmak üzereyken stad kapısındayız. göz göze geliyoruz otobüste ramçoyla. o günün bugün olmadığını, kapıdan en son giren ultras olunca anlıyoruz. tribündeki yerimizi alırken oğuz beyin eksik olmayan gülümseyişiyle başbaşa kalıyoruz. iyi ki varsın diyoruz burdan tekrar. Bize ayrılan tribün stada ait olmayan bi parça gibi. diğer tarafta zaten kale arkası diye bi kavram yok. burda da sonradan oluştuğu ortada. sanki halı sahanın kenarına tribün yapmışlar. zıplamayı geç, koltuğun üstüne çıktığında kırılıyor. zaten sağlam koltukta kalmadı sanırsam. ilk yarı bastırıyoruz, nasıl bi bağırmaktır o tribüne rağmen, nasıl zıplamayı başarmışız hala çözemedik. 80li yıllardan kalma koreografisini 5 kere gözümüze sokar gibi tekrar tekrar yaptı altes. ona bişey demem ama "samiyene geliriz, yazı yazarız" diye bağırmanın manasını eğer onların arasından çözebilen varsa, orjinde köfte, imperyalde bira ısmarlayabiliriz. skor, hoca, oyun düzeni falan boş işler. ona önem verseydik, yaptığımız deplasmanlardaki mağlubiyet sayısı, galibiyet sayısının üç katı olmazdı aq. -gittiniz de noldu diyenleredir- maç esnasında çeşitli söylentiler vardı, ilk bizi çıkartıcak polis, hatta 80de çıkartmaya başlarlar vs. gibi zaten inanmamıştık ama bitmeyen ayazın etkisiyle yorulan ayaklar, bünyede eksilen alkol oranı, biçimsiz soğuk demirden yapılan ve dayanıklı olmayan, kendi kendine zıplayan tribünümsü şey, tam altındaki köfteciden gelen gübre kokusu tüm bunlara daha fazla dayanamayıp, kapıya dayandık. tam bu esnada bize yakın olan tribündekilerden birine değinmeden geçmeyelim. o şişe ananın amına girsin ulan.

kapılar açıldı, tayfaya el sallayıp onları istanbul yoluna uğurladıktan sonra bizde evin yolunu tuttuk tekrardan. yine alkol takviyesi, cepte kuşetli tren biletleri. eve gidince patriotun elleriyle yapılan muhteşem çorba ve makarnayla mide kendine geliyor biraz olsun. deplasman artık tamamlanır, ilk giden ve son dönen biz olmuşuzdur. gece 2 de ayrılıklara bir yenisi daha eklenir, istanbul’a dönmek üzere ekipten 4 kişi ayrılır. istasyonda 4 bizden, yaklaşık olarak bi sayısı olmamakla birlikte çok sayıda galibiyet sevincini istasyona taşımaya hevesli, atkılı ve heyecanlı anadolunun istanbula yolladığı öğrencileri. uyumadan önce son alkol takviyesini istasyonda yaptıktan sonra yaklaşan tren ve onlar pulmanlarına, biz kuşetlerimize diyerek ayrılıyoruz oldcityden.. uykuya dalmadan önce, yine bi yalnızlık çöktü üstüne kanka. küfredip devam edeceksin hayatına patriot. sen değil onun sorması gerekir, ben bu hikayenin neresindeyim diye..

@ peşindeyiz

28 Ekim 2008 Salı

Dear Stranger, Sometimes When You Win You Lose!


diğerlerinden daha tanıdık değilsin artık bana. sanki gözlerini ilk kez görüyorum ürpertiler içinde, bakışların yabancı, sözlerin yalancı... içimde açılan koca oyukların üstünü kapatabilirmiş sandığın oradan buradan konuşmaların, kelimelere boğulmuş sessizlikten başka birşey değil. yüzüne bile bakasım yok, köşeye, duvarın oraya ışıksızlığına aldırmadan koyduğum kartlar gözüme çarpıyor... seni dinleyip bendeki yokluğunu daha da derinleştirmekten daha az acıtıyor üstündeki yüzlerce yazıyı okumak... sessizliğimin çığlıklarını yazılar bastırmasa heran kaçabilirdim oradan, tam hakettiğin gibi, tam nefret ettiğin gibi ve hiç yapamadığım gibi. o an aklıma geliyor, belki de hiç dönüp arkamı gidemediğim için bunca bağlandın bana. terk edilmeyeceğinin rehaveti kolayca parçalayıp savurma hakkıyla değişti ya da... bilmezsin ki, ben giderim senin ruhun duymadan... bakışların yumuşadı, yine o bilindik rahatlık seni sardı... ne acı, farkında bile değilsin kasırgalarımın... sevgim yazıların içlerine karıştı, ruhum o kanepeden çoktan kalkıp kaçtı... "sen artık bende yoksun..."dur...

This time I really wonder where you will go to my lovely when you are alone in your bed tonight..

25 Ekim 2008 Cumartesi

Freedom to Blogs...!

Bu siteye erişim mahkeme kararıyla engellenmiştir.
T.C. Diyarbakır 1. Sulh Ceza Mahkemesi 20.10.2008 tarih ve 2008/2761 sayılı kararı gereği bu siteye erişim engellenmiştir.

Access to this web site has been suspended in accordance with decision no: 2008/2761 of T.R. Diyarbakır 1st Criminal Court of Peace.




Ayıptır, yazıktır, günahtır...

Daha neler göreceğiz kimbilir..

24 Ekim 2008 Cuma

Harry Kewell #19


Sen gülünce güller açar Harry Kewell
Tribünler seni söyler seni haykırır Harry Kewell..

22 Ekim 2008 Çarşamba

Cimbom Final Yakışır Sana!



O günlere özlemle..

23/10/08

ALİ SAMİ YEN

21:15

GALATASARAY
-
Olympiakos

_____________________________________

GALATASARAY : 1
-
Olympiakos : 0
.
'Yürüyoruz biz bu yolda..'

21 Ekim 2008 Salı

Saldır Saldır Cimbombom!

Eurocup 1. Ön Eleme Turu Rövanşı
GALATASARAY
-
BC Siauliai
Ayhan Şahenk Spor Salonu
21/10/08
20:30

______________________________________________


GALATASARAY : 94
-
BC Siauliai : 63


Teker teker geçiyoruz turları..


19 Ekim 2008 Pazar

Cimbombom'un Armasıda Aslanların Karması..


19/10/2008

A.S.Y

GALATASARAY
-
trabzonspor

19:00

_______________________________________



GALATASARAY : 3
trabzonspor : 0

Ne güzelde oluyor oh oh,

Trabzon'a KOYMASI!

16 Ekim 2008 Perşembe

Futbol Aşkı..


Futbolun bizim olduğu, 3 kornerin 1 penaltı, minyatür kalede sadece belden aşağısının gol sayıldığı, kendi mahallenden bir kaç mahalle aşağıya deplasman maçına gittiğin, sabahın köründe inmiş topuna hava basmak için türlü materyal aradığın, mahalledeki abinin maçtan çıkıp yerine girişini delilerce beklediğin, bazen gazozuna, bazen sadece kazanma arzusuna oynadığın, her maç dönüşü evde bekleyen annenin yine batırmışın üstünü serzenişine güldüğün günlere özlemle..

14 Ekim 2008 Salı

seninle güzel ankara

@ ankara
" 4 değil, 14 takımı olsun bu şehrin; sen olmasan çekilmez kanka.."


cumayı, cumartesiye bağlamak üzereyiz eloy'da. andaç abinin elemanları sahneyi kaplamışlar kafa sallayıp, garip danslarıyla bizi deli ediyorlar. abi yeter artık kafamız sikildi kapatalım müziği, biz başlayalım diyoruz. müşteri velinimetmiş, unutuyoruz. gece yavaştan başlarken, eloy boşalıyor. vur patlasın çal oynasın başlıyor. nonda ağırlıklı besteler söyleniyor, parçalıyor bizi serhan :) zaten sabahtan beri içmekte olan bünyeler iyice çılgına dönmüş. eloyun tüm alkol stokları ekip tarafından tüketilmiş. son kalan votka şişesi, andaç abiye çaktırılmadan yolluk olarak alınmış. sabaha karşı 5 civarı mecidiyeköy sokaklarındayız. mkemal'le biraz muhabbetten sora bindik servise, indi bindilerle başladık yola. hani şu yolluk diye indirilen votka varya, o binemedi servise. storeun önünde bitti aq :) üsküdarda yeni alkol takviyesi yapıp depoyu fulledikten sonra basıyoruz gaza. kartalda duruyoruz tekrar. tayfabusler ekleniyor konvoya. zaman zaman önümüze geçiyolar, ama bizim kaptan basmıyor gaza. ağırdan satıyo kendini. besteler kendine uyarlanınca pedala basan ayağı gevşiyo birden. habire duruyoruz, işiyoruz. amma çok işedik be..

resimler, hayaller paramparça olmuş yolda. herşey canlanıyor gözünün önünde. kaç kez gidip geldin aynı yolu bi düşüniym diyosun, sora vazgeçiyosun. bilmiyosunki. ama hiç basket maçı için gitmemişsin ankaraya. üstelik kupa maçı. hiç sevmeyiz aslında final maçlarını. çabuk bitiyo sanki diğerlerine göre. yada bana öyle geliyo bilmiyorum.. stad önüne geliyoruz, ramço karşılıyor bizi. hasrete yine ara veriliyor. salon önüne geçip hasret gideriyoruz. salon güzel, sayıca baya bi üstünüz rakipten. ilk yarı kafa kafaya bağırıyoruz üstün olmamıza rağmen. bişeyler var üstümüzden atamadığımız ilk yarıda. ikinci yarıda ise daha coşkulu olan biziz, basketler de geldikçe daha bi artan tempoyla katılıyoruz takıma. reisin de sete çıkmasıyla kopuyoruz dünyadan sanki. maç bitiyor. çok sonra, salondan çıktıktan sonra öğreniyoruz skoru her zamanki gibi. oysa kupa kalkmış, dedehayıra doğru koşmuş. o önemli değil. yalnız değildin ya sen yine ankarada. o bizim esas derdimiz.. maçtan sonra #10 numara röportajında: "hakettiğimizin peşindeydik" diyor, deplasmana noktayı koyuyor. ve biraz sonra yine ayrılık vakti geliyor. üzülme be kanka diyoruz birbirimize. nereye kadar sürcek? ee erken gelin ozaman eskişehire diyor iki tarafta aynı anda. duyanlar gülüyor :)

yola çıkmadan önceki cuma akşamı patronla yapılan görüşme geliyor aklına.. yeni varyetalar için şimdiden başlıyorsun sahneleri birleştirip gözünde canlandırmaya.. izmit, bursa, ankara derken..

v : ben bu haftasonu pazar günü çalışcam haberin olsun.
patron : işte bu, sorumluluk sahibi eleman. çalış tabi.
v : ne sorumluluğu ? ctesi ankaraya gidiyorum, hadi eyvalla..
patron : ...

senin için cimbom, senin için.

Dayan Ulan Koca Adam!



İlik nakli için kan örneği veilebilecek yerler:
İSTANBUL:
Çapa Tıp FakültesiTemel Bilimler BinasıAcil Giriş Kat:2 no:10Tıbbi Biyoloji Ana Bilim Dalı
ANKARA:
Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi
İZMİR:
Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi


www.dayankocaadam.com


13 Ekim 2008 Pazartesi

Kalkin gidelim İzlanda'ya...







Küçüklüğümde haritalarla, atlaslarla pek bir ilgiliydim. Daha o zamandan belliydi yani avare avare orayı burayı gezeceğimiz. Efendim, ben gene böyle birgün atlasa bakarken (o zamanlar böyle googleearth'ler, wikipedialar yok) İzlanda ile tanıştım.. İki tane resim vardı sadece ama ne resimler.. Dedim cennet burası olsa gerek... Sonra gel zaman git zaman, ben yabancı dil, dünya ise interneti keşfetti ve bilginin kapıları hayal dünyası renkli yazarımıza açılmış oldu. Gel zaman git zaman ben bu İzlanda'ya çok ısındım, sevdim... Hiç bir sevdadan galip çıkamama hastalığımız bizi burada da takip etti ve İzlanda iflas etti haberleri ve ebay'de satışa çıkarılma şaklabanlıklarıyla sevdiceğim İzlanda taşşakoğlanı yapıldı...

Gerçi batarken bile şanına yakışır şekilde koca ülkenin ciddi ciddi internet üstünden satılabileceğini düşünen bireyleri saptamak için kendini feda etti. saptanan bu insanları "cross-breeding" yöntemiyle çoğaltıp, her şeye şaşıran bir ulus yaratılacağını umut ediyorum...

Esasen özünde iyi bir ülkedir izlanda. ama batmaya gör, tekme vuran çok olur.Bu arada ben bu avrupa birligi'ni de çok seviyorum. Öyle uzerinde konsensusa varılmasi gereken herhangi bir konu oldu mu süper işliyor mekanizmalar. Hemen 20 kusur ülkenin temsilcileri Strasbourg'da toplanıyor, konuşuyorlar: "lan naapalım" , " Fransız cok pis bakıyor", " Almana yonettirmeyin olm toplantıyı, herkesi mum gibi yapiyor","sende para var mı", "bende yok bir Almana soralım", " bu kim lan", " yeni girdi birliğe bunlar", " haa müstahdem zannettim" vsvs gibi renkli diyaloglar dönüyor kulislerde. Bu diyaloglar bir süre devam ediyor. Sonra diyorlar ki "bir Ecofin'e soralım". 2 hafta geçiyor. hop, herkes Brüksel'e akiyor. Ha bunun ne alakası var peki İzlanda ile? Bunlar olurken Medvedev despotik bir rejimin başında olmanın da elverdiği kolaylıkla İzlanda'ya anında 4 milyar euro kredi açıyor. İzlanda, fok balığı görmüş orca gibi haliyle bu krediye atlıyor. Kuzey Amerika kıtasının dibinde 300,000 nüfuslu ve gdp'si 12 milyar Amerikan Dolari olan bir ülke Rusya'ya yıllık gelirinin 1/3ü kadar borçlanıyor ve Avrupa Birliği çok güzel seyrediyor bunu. Dikkat ettiysek tarihte kica giren Rusya hic açılmadı. Şaka bir yana, eğer gerçekten üzülen merak eden, ''nolcak olm bu İzlanda'nın hali diyen varsa durumu tahmin edildiği kadar kötü değildir. Esip gürlemesi beklenen ekonomik kriz ilk burayı vurduğu için piyasalar panik içerisinde. Dünya basınında hakkında çıkan haberle dolayısıyla insanlarda "İzlanda bile battı, bize kim bilir ne olacak" korkusu var. İzlanda ekonomisinin büyük bölümünü elinde tutan iki büyük şirketin -ki ingiltere'de ve danimarka'da mağaza zincirleri ve bankalar satın alan bu şirketlerdir- bu kriz sebebiyle batmasıyla her şey alt üst oldu. Bu şirketler yıllarca ülkeye dışarıdan para getirdiler. Bu gelen paralar vatandaşa kolay kredi olarak dağıtıldı. herkes böyle kolay krediler alınca emlak fiyatları, gıda ve tekstil fiyatları fahiş seviyelere yükseldi. Yani karşılığı olmayan para dönüyordu ekonomide. Şimdi bu şirketler batınca piyasada oluşan daralma o kadar beklenmedik bir etki yarattı ki panikle beraber oluşan dengesizlikte tüm ülkenin ekonomisi allak bullak oldu. Felaket tellallığı yapan yerel gazetelerin de rolü var burada. Halka yanlış bilgiler vererek ortamı iyice gerdiler. Makarna, konserve stoklayan insanlar oldu. Aslında sıradan vatandaşa yansıması tahmin edildiği kadar yüksek değildir bu krizin. Birkaç hafta içinde piyasalar stabil hale gelince kurlar dengelenince zararın ne kadar olacağı anlaşılacaktır. Örnek olsun diye söylüyorum kriz patlak vermeden önce 1 avro=90 kron iken krizden hemen sonra 1 avro=125 kron olmuş. Devletin bankalara el koyması ile bu kur bir anda 1 avro=340 kron seviyesine sıçramış ancak daha sonra sakinleşerek 1 avro=150 kron seviyesine gerilemiş. Panik geçince bu daha da aşağı seviyelere inecektir. Kimse birkaç ayda eski seviyeye dönmeyi beklememektedir ancak İzlanda'nın yakın tarihindeki ekonomik dalgalanmalarına bakılacak olursa iki üç sene içerisinde tekrar normale döneceği görülebilir.


Bu arada ebay'de Izlanda'nin kargo masraflari aliciya ait, dikkat edin hem kerizlik etmeyin yakinda torrenti düşer bu kadar para vermeyin

11 Ekim 2008 Cumartesi

Şampiyonsun Galatasaray!

Bayanlar Cumhurbaşkanlığı Kupası
GALATASARAY : 71
fenerbahçe : 55

Bekler bizi kupalar,
Nice Şampiyonluklar..

#10

''Geçen sezon biterken "Hak ettiğimizin peşindeyiz" demiştim, hak ettiğimizi bugün aldık. Arkamızda "Yenilmez Armada"nın mirası var. O bize büyük güç veriyor. Şu dakika itibariyle bizim gerçeklerimiz yeniden başlamıştır. "Yenilmez Armada" geri döndü! ''

9 Ekim 2008 Perşembe

bizler siz maça giderken annelerinizin aman dikkat et diye uyardığı o kötü çocuklarız..


PSNDYZ!

Büyüksün Müşfik Kenter


hep bir yerlere, bir şeylere yetişme telaşındasınız değil mi? hiç vaktiniz yok, "fast live", "fast food", "fast music", "fast love"...dikte ettirilen "yükselen değerler", "in" ler, "out" lar...buna benzer bir odada, şanslıysanız gökyüzünü görebilen bir pencere ardında bitecek hepsi . Dostluğu klavyelerinde, yaşamı monitörlerinde arayanlar, size sesleniyorum! hangi tuş daha etkilidir ki sıcacık bir gülüşten ya da hangi program verebilir bir ağaç gölgesinde uyumanın keyfini? copy-paste yapabilir misiniz dalgaların sahille buluşmasını?...içinizi ısıtan gün ışığını gönderebilir misiniz maille arkadaşlarınıza? sevgiyi tuşlarla mı yazarsınız? öpüşmek için hangi tuşlara basmak gerekir?...ya da geri dönüşüm kutusunda saklanabilir mi kaybolan zaman? doğayı bilgisayarlarına döşeyenler, neden görmezsiniz bahçedeki akasyanın tomurcuklandığını.ve ıslak toprak kokusu var mıdır dosyalarınız arasında ?...koklamak, duymak, dokunmak, yok mu yaşam skalanızda?..bilgi toplumu oldunuz da, duygu toplumu olmanıza megabaytlarınız mı yetmiyor?

8 Ekim 2008 Çarşamba

Is Gezisi

bursa maci cikisi arap sukru'de oturuyoruz. atkili cok az kisi kalmis civarda. biz stadda bekletilirken gecip gitmis hepsi. fener-kayseri macini izleyip gelene gecene bakarken aklimdan 'ulan bizim tribunden kimse gelir mi acaba buralara' diye gecirdim.

masanin oteki tarafindan su cumle yukseldi: 'deplasman da is gezisi gibi.'

maca gelinen sehrin stadi haric hicbirseyini gormeden geri donuyor taraftar. lazim mi gormek onu da bilmiyorum ya neyse...

6 Ekim 2008 Pazartesi

Başımız Sağolsun..

şehitliğin yine hayatta her şeyi az olanlara verildiği bir saldırı daha yaşadık. şehit ailelerine haberlerden gazetelerden internetten baktığımda gördüğüm hiç bir zaman değişmeyen manzara. şehit olanların özelikleri;

- paraları azdı; çok olsa o sürgün yerlerinde askerlik yapmazlardı.

- "tanıdık"ları azdı yada hiç yoktu; olsaydı bir torpille merkezi bir yerlerde olabilirlerdi.

- eğitimleri azdı; hiç olmazsa kıytırık da olsa bir üniversite eğitimine sahip olsalardı muhtemelen kısa dönem askerlik yapacaklarından orada olmazlardı olsalardı da asteğmen olarak bulunurlardı, belki yine ölürlerdi ama arkalarından daha çok ağlanır daha çok gözyaşı dökülürdü "vatanın beyinleri, geleceği öldü" diye. insan üniversite mezunlarının ölmesine daha bi başka üzülüyor sanki, eğitimliler ölmeyi sanki daha az hak ediyor eğitimsizlerden. işte onlar az eğitimli olduklarından göz yaşları da ona göre aktı. gözyaşında bile bir eşitlik elde edemediler.

- düzgün bir işleri yoktu hiç de olmadı; olsaydı uzman erbaş falan olmazlardı. oralarda askerlik yapmak gerçi risk demekti ailenden eşin dostundan hayattan mahrum olmak demekti ama "parası iyi"ydi. ailesine biraz olsun daha iyi bakabilmek için bu fedakarlığı göstermek lazımdı. o da hayatından fedakarlık etti.

- evinin, çocuğunun(bebeğinin), karısının, kendisinin eşyası azdı; tüketim kültürüne bir türlü esir olamadı. kendini alışverişe verip yozlaştırma fırsatı ne ona ne de ailesine hiç verilmedi.

- itibarları azdı; bu hayatta itibar sahibi olabilmek, toplumca önem verilir kişiler olabilmek, isimlerinden bahsettirebilmek için ölmeleri gerekti. yaşasalardı yolda görüldüklerinde suratlarına bakmayacak yanlarından, kıro keko köylü maganda denilip geçileceklerdi.

- hayattayken çalıştıkları işte yaşadıkları düzende sömürülüyorlardı. her biri kazandığının belki on katını kazandırıyordu; öldüklerinde de bu kural değişmedi. sadece ölümleri yaşarken kazandırdıklarından çok daha fazla kazandırdı tvlere gazetelere bir türlü susamayan yorumculara tek fark bu sefer onlar kazanamadı.

ölenlerin ve ailelerinin seksi olmayan fotoğrafları için tıklayınız:
http://www.hurriyet.com.tr/...24.asp?gid=229&sz=63845
http://fotogaleri.hurriyet.com.tr/...=16552&p=4&rid=2

1 Ekim 2008 Çarşamba

5 Kameralı Deplasman Belgeseli Denemesi


Camdan bakınca tamam dedim sezon asıl şimdi başladı. Deplasman kötü havada sanki daha bir deplasman. Yol kötü havada sanki daha bir yol. Tribün kötü havada sanki daha bir tribün. 1.5 saat bile sürmeyen bir yolla gidilen deplasmanda havanın çok da bir önemi yok gerçi. Ama bir gün önceden gidildiyse, senden bile daha az tekin insanlarla seyahat edilmişse, kalınacak yer ve cepte para yoksa lanet eder insan havaya, bir damla yağmura bile. Gece parkı ev yapmışken, kahvede nane limonu koklayarak içerken, okey taşlarından sıkılıp maçı düşünürken, herkesin aklında bir fikir, bir arayış, bir umut, biri; geçer saatler. Deplasman kimyası ister istemez bir gerginliğe, harekete, 'atraksiyon'a ihtiyaç duyar. Hiçbir atraksiyon olmadıysa da en azından biletler paravandan atlayıp sırayı hiçe sayarak alınır, ki bu da en azından olaya bir yaşanmışlık ve anlatılası bir olay endamı katar. İstanbul'da kalmış deplasman tayfasının o sırada üçlü çekip çekmediğini düşünülürken, yağmuru onlardan daha çok dert eder İstanbul tayfası da. Ne zaman ki geri dönülür, kime göre neye göre gerçek olduğu belli olmayan gerçek dünyaya ve İstanbul'da kalmışlara anlatılır yağmur, anlatılır yol, anlatılır maç, anlatılır deplasman; işte o zaman hisseder anlatılan, deplasman hayalinin gerçekliğini.

Yaz ortasında açıklanan fikstürün hemen ardından gidilecekler arasında yerini almıştı Kocaeli. Hem yakın deplasman oluşu , hemde  kendini biraz olsun deplasmanda hissetmeni sağlayacak taraftar profiline yakın oldukları için cezbediciydi.Hele bide her sezonun başında konuşulan tren sevgiside eklenince kaçınılmaz oldu gidiş. Yakındı deplasman evet,herkesin deyimiyle eziyetsizdi. Pazar günü kalk güzel bir kahvaltı et yola çık 1 saatte staddasın. Maçtan sonrada hızlı bir dönüş ile pazar gecelerini domine etmiş nice kanaldaki nice futbol programına bile yetişebilirsin. Söylemesi ve gerçekleştirilmesi bu kadar kolay olan bir deplasman bile bizim için yine kolay olmadı.

Bir şehire en önce gidip en son geri dönme hastalığının nüksettiği bu deplasman yine bir gün önceden başladı. Cumartesi gecesi saatler Haydarpaşa'ya göre kuruldu. Haftasonu çalışma silsilesi içinde kıvrananlarla, evde göt devirip yatanlar arasında bir telefon trafiği vardı.''Çıkamadın mı oğlum?" , ''Hadi geç kalıyoruz biraz acele'' , ''Ulan nereye geç kalıyoruz saat daha 8 trene var bir buçuk saat'' Milleti koşturmanın nedeni belliydi aslında: 'Haydarpaşa Gar Lokantası'. Eskişehir'le yapılan telefon görüşmesinde gar lokantasına mutlaka uğranılması, zira yakın bir zamanda kapanıcağı haberi gelir. Gönüllerimizin en büyük başkanının da sizi gitmeden bir göreyim telefonu ile daha da mutluluk dolar herkes.

aylar önce:

izmir'de altayı 1-0 yenerek süper lige çıkan kocaeli, evine dönerken sevdigim bi kardeşim aradı. "abi seneye izmitteki macta misafirim olcaksın mutlaka" (sözümüzü o zaman vermiştik ama fikstürü biz çekmiyoruz ki aq. ramazanı ve yağan yağmuru hesaba katmamıştık.)

cumartesi

19:00, aksaray


aksaray metro istasyonu yanında bi nohut pilavcı.. yapcak bisey yok, daha iki gün öncesine kadar yalnız gitmeyi planladığım deplasman yolculuğunda bir anda 9 kişi olmuşuz.. maje geliyor, patriot henüz evinden çıkamamış. trakya'dan gelen üçlü üsküdar semalarında. ortaköy'den kalkan diğer ekip suyun öte yanına geçmek üzere.

20:30, istanbul

-Cumartesi de işe mi gidilirmiş diye bir gün öncesi N.Y ile dalga geçerken sabah 11’de çalan telefonda, karşımda patronun sesi belirir, bi ofise gidiver bak sana ne anlatıcağım. Zar zor yetiştik beşiktaş iskelesine, kadıköy vapuruna. Kış geliyor bizim sokak çalgıcıları(busking) da yavaş yavaş güneye, Hindistan’a doğru yola çıksa iyi olacak ama son bir para kazanma gayreti işte. bütün o tüketicilerin (consumer) yüzünde aynı samimiyetsiz ifade. ’’Ya tabi ilginç ama yaşanır mı böyle de be!’’ iyi ki var o adamlar, hayatlarımızın film sahnesine dönüştüğü noktalarda duruyorlar nitekim. müzik eşliğinde yürürken başrol oyuncusu belli. her adımın anlamı var, konuşmaya ya da çoğul olmaya gerek yok. biz biraz susalım,susalım da gece konuşsun.

-Sevmem ulan aslında ben Haydarpaşa'yı. Ayrılıkları hatırlatır bana, gidişleri, arkada bırakışları. Bir sigara yakılır her sıkıntıya küfredilir 'Gar Lokantası'na doğru yol alınır. İçeri girer girmez köşede bir masa karşılar bizi berabar olunanlar, özlenenler hepsi bir masada. Başkanın muhabbetleri, eskiye dönüşlerle tren saati gelsin. Ücretsiz seyahat fikri cazip gelmez bu kalabalığa, biletler alınsın, uygun(!) vagonu seçilsin, başkan el sallasın, tren hareket etsin.

-M..., Olm bi düşünsene lan, şimdi dünyanın her tarafında ne çok adam bizim gibi deplasman yapıyordur. üşenmedim saydım içimden dua gibi, zikir gibi. trabzon denizliye gidiyor, hannover leverkusen’e, dundee united aberdeen’a (of ne güsel olurdu o yol), atalanta catania’ya. sicilya’ya intercity gitmez, etna’dan lavlar akıyordu bir buçuk ay önce, trenle callabria’dan gemiye binersin bir daha da sahil şeridinden ayrılmazsın. Shinnik, Moskova yolunda, ah ulan Rusya, çıkarıp atamadığım bir miğfer gibisin başımda!

eskişehir atatürk stadı

- abi bak, 8. hafta işte şurada üçlü çekiyor olucaz. laf aramızda bu takım düşer bu sene. sivas'ta da iş yok ama en azından fizikleri yerinde heriflerin.
- onu bırak da kaçta çıkıcaz yola yarın?
- bizimkiler bu gece çökecekmiş olay mahaline. ben maç saatine yetişelim yeter diyorum. alışkanlık oldu mecbur hissediyorum kendimi istiklal marşı'nı stad dışında dinlemeye.
- ben gelmesem mi ya...
- lovrek iyi adam.


21:30, rayların üstü

bilet gişesine geçip biletlerimizi alıyoruz. başkanla son kez vedalaşıyoruz. milleti rahatsız etmeyelim diye en son vagona geçelim diyoruz.

bütün vagonlarının hınca hınç dolu olmasına rağmen bizim vagonda anlamsız bir boşluk var. Bu vagonu gösteren ben rahat yolculuk konusunda haklı çıkacağım için keyifle yayılayım koltuğuma.

ilk düdüğü çalıyor görevli ve acaip yolculuk başlıyor. söğütlüçeşmeye geldik. buraya kadar herşey normal. güvenlik bile kendini güvende hissediyor, yolcular neşeli, vagon klimalı rahat. fakat istasyonda kapılar açıldığında, vagona binenler durup dururken gerilimi arttırıyolar. çok ince kesişmeler var vagon içerisinde. ben bi türlü tanımlayamadım cisimleri. rakip kapalı kutu, neye baktığını bile bilmiyosun ki..

İstanbul'da günlük işlerini(!) halletmiş bir vagon dolusu bizden farklı bir kalabalıkla ne kadar yol alıcağımızı bilmeden yol alırız. Her duraktan bizim vagona birileri eklenir herkes birbirini tanımaktadır garip şekilde. Sorgulanması gereken dakikalar Diliskelesi'nde son bulur.

izmit'ten istanbul'a giderken, hereke'den sonra bir tren istasyonu vardır: dil iskelesi. 5. sınıf, bakımsız, insanı kötü hissettiren bir kasaba. Bu kasabanın öfkeli gençleri. ilk durakta 9-4 olan sayı üstünlüğümüz 3 durak sonra 9-12 aleyhimize, diliskelesine (dili sikilesi) geldiğimizde ise we against the world (r.i.p. amaru) hissine bırakmıştır kendini.
derin bi sessizik çöktü vagona. herkes indi. diliskelesi belkide tarihi boyunca bu kadar küfür yememiştir.


23:30 - 03:00 izmit

izmitli kardeşim ve yanında iki arkadaşı bizi istasyonda karşılıyor ve sayımız saatle birlikte 12 oluyordu.. gecenin bir yarısı onca müşteriyi bulmuş ama dükkanını kapamak için çalışan bir lahmacuncuda karnımızı doyurduktan sonra açık tekel sıkıntısını gidermek için çok uğraştık. takviyeleri alıp izmit sahiline doğru yol aldık. sahil kenarında oturup içtik. iyiydi herşey güzeldi bi sıkıntı yoktu..

Yemekten sonra bir şehir turu ardından sahile yol alınır. Muhabbet, güzel hava, hafif dışkı kokulu izmit körfezi birleşince saatler gece 2,30 u bulur. O zamana kadar hiç gündemde olmayan yatak sorunu patlar. Evde 2 çekyat 1 halı var lafı geceye damgasını vurur. Havanın da güzelliği ile bu gece dışarda biter birader siz gidin biz kalıyoruz der kafilenin bir kısmını yollarız.

ev hakkında öğrendiklerimiz hepimize yetti ama ortada yapcak baska hiçbişey yok o yağmurda üstelik. iki gruba ayrılmak zorunda kaldık. 4 kisilik grubu sahilde kalırken, diğer 9 kişi eve geçiyor. yolda yağmur fena bastırıyor. diğerleri sahilde ne yapıyor? zorlu yokuşu tırmanarak eve ulaşıyoruz. ev anlatıldığından daha ufak çıkıyor.

kahverengi sular, foseptik kokulu bir deniz ve artık içmek bile istemeyen bünye, 12 kişi için 2 çekyat ayrıldığını duyunca fıttırıyor. 4 sene üniversitedeyken ölümüne cimbomlu şehre dönünce el mi yaman, bey mi yaman kocaeli'nde olmuş hodri meydan. H.cum senin güzel hatrına bu adamı dövmem de, evinde de yatmam.

Aydınlık ve güzel bir park belirir hemen yakında. Çıkılır tepesine uzanılır. Havanın güzelliği kısa sürer yağmur peşimizden burayada gelir. Böyle gece geçmez yürüyün fuar var şurda oraya gidelim sayıklamaları ile saatler 3,30 u bulur. Kulübelere, saçak altlarına göz atılır fakat hiç bir yerde rahat edileceğine dair anlaşılamaz. Ta ki yapay gölün kenarındaki yerleri halıfleks kaplı üstü kapalı yer görülünceye kadar. Sıcak bir yatak görmüşcesine koşulur. Herkes halının en kalın yerini kapma telaşındadır. Yağmur etkisini giderek arttırır. Yorgunluğun da etkisiyle bir bir uyumaya başlar ahali. Bir şarkı patlar gecenin karanlığında. Onu bir diğeri izler, böyle akıp gider. Sazı eline alan ben yapay gölün kenarında sahneye çıkmışcasına bir çoşku ve mutlulukla haykırırım uzunca bir süre. Ne soğuk,ne sırılsıklam bedenler mutluluğu engelleyemez. Mj nin gülmekten şişen diyaframı arkasından gelen soluksuz hıçkırıkları seer i rahatsız eder çokça.
fuar bitik bir mekan bir kere. İzmit’li arkadaşa sordum, fuara gitmeye başlamışsanız, işler kötü demektir diye düşünürmüş onlar (herkesin düşüncesi kendine). gece 3 sularında ise kasabayı andırıyor en şaşalı döneminde bitmiş ve bir daha el değmemiş gibi ürkütücü bir hava. deniz bisikleti kiralanan iskeleye halıfleks seren abiden de allah razı olsun. üniversite okuyan, iş sahibi eşşek kadar 5 adam yağmurda, iskelede, halıfleks üzerinde yatması yeteri kadar garip değilmiş gibi O. bey’in durumdan bağımsız histerik şarkıcı taklitleri başladı. Tamam motorları (mevcut şartlarda deniz bisikleti) maviliklere (gri yapay göl) süreceğiz ama sonraki şarkı seçimleri ve hayatı boyunca bu kadar güldüğünü görmediğim M.E. bey’in ben uyumak isterken sarsıla sarsıla, sarsa sarsa gülmesinden güzel günler göreceğimize dair olan inancımı yitirdim. hükümsüzdür!

03:00, eskişehir

- E.M. be ya, uyumadan 6'da çıkalım yola beni bi heyecan sardı.

05:00, izmit

-olm cami olmaz bak ayıp
-arkadaşım allahın evi değil mi? biz de allahın kulu değil miyiz?
-allah allah
-allah allah’ta kulları kul değil be abi.

Gece sabaha kavuşmak üzeredir son bir hareketle mescide sığınılır. Şans bu ya sabah ezanı patlar bir anda. Mescidin 1(bir) kişilik cemaati -büyük olasılıkla imamı- gelir. Burdada barınamayan bedenler yol alır yavaşça istasyonla şehrin kesiştiği noktaya doğru. Yol boyunca gidip gelmeler yaşanır dönelim diyenler olur, garın sıcaklığından dem vurulur, en sonunda ise bir binanın tepesindeki eskimiş 'OTEL' levhası göze çarpar. 'Ulan bilet parasından başka para yok oteldemi yatıcaz?' diye tartışırken 3-4 otel gezilir. Horlamaktan kendinden geçmiş resepsiyonistler göze çarpar. Kimine hiç bulaşmadan otelden çıkılır, kimi ne işiniz var lan bu saatte bakışı atar. En sonunda bilet parasına anlaşılır bir otelle. Biz 3 kişilik bir oda alalım 5 kişi yatalım halıyı severiz biz lafı ikna etmez adamı.

Gün aydınlanır. Bütün gece yagmuru yiyen, parkta yatan bedenler sabah sıcak yatakla buluşur. İşte o saatte efsaneleşen deplasman sorularına bir yenisi eklenir : 'Madem otele gidicektik niye sokakta yattık be  birader.' Eziyet çekmeden,zorlanmadan tatmin olmayan bedenlere sahibiz biz ne yapalım?

pazar

izmit stad önü, 09:30


sabah oluyor gözümü stadın önünde açıyorum. maç biletlerinin 10 da çıkması gerekiyor. rahat rahat biletlerimizi alalım, sonra yaparız şehir turunu diyoruz ama bilet çıkmıyor. deplasman tarafı karşısında bi kahvehanede nane limonla açmaya çalışıyoruz bünyeyi.

12:00, izmit

Gri bir şehre uyanmaktan oldum olası nefret etmişimdir. Hala ıslağım. nasıl bilet alırız, nasıl döneriz, hepsini boşver de, yenmemiz lazım. dün gündüz  nefes borusu, gırtlak ve sonra da damağın iğrenç bi şekilde kaşınması olan hastalık belirtilerim gece daha fazla dayanamayarak dünyaya nurtopu gibi öksürükler getirmişti. Sabah kalktığımda ise  her defasında ta içimden bir şeylerin koptuğu, göğüs kafesimin paramparça olduğu, ciğerlerimden bir dikiş atıyormuş hissi veren arsız bir fahişe. Maçın başlama saatinden önce ise her bir dakikamın 25 saniyesini kendisine ayırmamı isteyen dominant bir sevgiliye dönüştü.

İyi bir uyku biraz olsun kendine getirir herkesi. Kalkılır otel terkedilir. Sıcak bir çorba ile deplasman kahvaltısı mideye indirilir.

Ve artık stada dogru hareket etme vaktidir. Dün geceki kafileyle stad civarı bir kahvede bulusulur. Ufak ufak kalabalık başlar. Biletlerin 4 te çıkacağı haberi ile okey taşları ve nane limon arasına gömülünür.

ömrünü kahvede geçiren insanları bir kez daha hiç anlamadığımı fark ettim. ama bu bünye cafelere de çok ısınamadı. en azından anonim yerledir kahvehaneler, kimi zaman sadece ait oldukları mahallenin adını taşırlar ya da taşımazlar. beyaz üstüne kırmızı harflerle "kahvehane" yazılır bırakılır. cafeler gibi özerk değildir ya da tren olacağım, farklı olacağım diye yabancı dillerden bozma saçma sapan isimleri yoktur. küçükken insanların hep köşelerde oturduğunu sanırdım ("kahvehane koselerinde oturacagina calissa ya sizin oglan.")  da öyle olmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. (ne şoklar yaşadı bu bünye daha sonraları bir bilseniz)

12:00, eskişehir

- yine uyuyakaldık ama uyku da ne güzel şey be birader... bi yarım saat daha kestirsem sopa yer miyim acaba?

neyse, bu sefer şekerleme moduna geçmeden kalkıp yataktan E.M. bey'i alıp çıkalım yola. Önce büroda bekleyen baba'yla araba teslimini gerçekleştirmek lazım.

- baba, bişeyler yiyelim beraber de sonra biz yola gidicez.
+ olum ben de sizi akıllı adamlar bilirdim, ne işiniz var yolda. oturur evde izleriz.
* a.y. be, gitmesek mi hakkaten, evde rakı da var hem.

araya giren bir telefon görümesi e.m.'ın hevesini iyice kaçırır. (ö. ve m. otobüse binemiyorlarmış. çoluk çocouk doluşmuş, liste yapmışlar başka kimseyi almıyorlarmış. rezalet. tribün bitmiş abi.)
ulan bari iyi bi yer bulsak da yol öcesi bi yemek yesem diye düşünürken afyon'a ilk deplasmanıma giderken duyduğum cümle aynı ağızdan yine çıkıyor: "hadi hep beraber gidiyoruz."

izmit'e haber çakılsın: 3 kişi geliyoruz, yaş ortalaması yükseliyor. yaş ortalamasıyla birlikte deplasman yolu kalitesi de artıyor tabi.

15:00, izmit

biletlerin çıkmasına az bir süre kala bilet kapısının onunde epey bir kalabalık vardı ama derbi günü bilet kovalayan bünyeler, biletin sıradan alınmayacağını tabi ki bildiğinden duvarın öbür tarafına ışınlanır. "duvara baktiginda oldugu yerdedir. aman kafani cevireyim deme. yurur onlar. insanin ustune ustune hem de. isbu yuzden deliler duvarlara bakar hep. "bakıp durduk duvara aman millet uyanmasın, aman biletçi geldi mi diye.

sıraya bakıyoruz, bu sıraya girip de bilet almak imkansız. ama bu sıradan dolayı değil, o sıradaki hiçkimse bilet alamaz, başka bi yolu vardır diyoruz. bilet almak için kapının açılmasını bekleyenlerin önünde kocaman demir bi kapı var. o kapının arkasındada akbil dolum gişesini andıran beyaz bi mobo.

Konya deplasmanındaki bu tribünün en akıllı 5 adamı'nın 2nci sahnesi yaşanır. Demirlerin arkasında kalan gişeye stadın arka tarafından gizlice girilir. Fakat bir süre sonra kokuyu alan herkes aynı taktiği dener. Bilet çıkış saatine kısa bir süre kala karaborsacılar bir anda mantar gibi bitiverirler. Dayanışma ile kolayca bertaraf edildikten sonra biletlere ulaşılır.

karaborsacılar çok ilginç adamlar....kimse bilmezken onlar biliyomuş gibi biletten 10dakika önce ordalar...kokusunu mu aldın be adam?

Gözlerimiz bir yandan eskişehir yolundadır. Sık sık telefon görüşmeleri yapılır. Az kaldı geliyoruz söylemleri hep havada kalır. Meğer yol üzerindeki güzel lokantalar keyifle değerlendiriliyormuş ta haberimiz yokmuş..

-eskişehir'den adapazarı'na giden yol şu memlekette bu kadar işlek ve bu kadar boktan kalan tek yol heralde. şimdi inşaat ayağına iyice çileden çıkartıyor direksiyon başındakileri. bu yüzden duraklamak lazım. tavsiyem tünel restoran. az ilerde bir de şelale var. zaten önce şelale varmış, ortaklar kavga edince tünel'i açmış diğer ortak. alabalık güzel. rakı her zamanki gibi. vaktiniz varsa kendin pişir kendin ye usulü mangala girmekte tereddüt etmeyiniz.  

izmit ismet paşa stadı, 18:00

istanbul geldi beş otobüs. hep beraber içerdeyiz. yağmurda bizimle birlikte girmiş içeri. hakemin son düdüğüne kadar yağar bu yağmur.

Kocaeli yönetiminin evlerdeki kiler kapısı kadar bir kapıdan koskoca tribünü içeri alma çabası eziyete dönüşür. Bu sefer ilginç bir şekilde şikayetçi olunmaz dün gecede yaşananların etkisiyle.

26 plaka bir renault laguna

radyoda haberler var:
hassiktir maç 7'de başlıyormuş!.

+ çocuklar ben gelmiycem maça. bu yağmurda o stada gidilmez, deplasman tribününün üstü açık.
* bilet yokmuş diyolar.
- yok bizimkiler hazır. bi kahveye bırakmışlar. kimlik gösterip alıcaz.
+ ulan kahveye bilet mi bırakılır, satar kahveci o biletleri.
* kahvecinin kimliğini filan almışlardır.
- tehdit etmişlerdir bence. olmaz bişey. bi de nane limon filan dediler ama anlamadım.


izmit ismet paşa stadı, 19:00

artık maç başlayabilirdi içerdeydik,kuru olmak nasıl bir his çoktan unutmuştuk ta şu old city’li de bir gelseydi

-bu adam hep böyleydi olm,hatırlarsın kadıkoye bahar temizliği yapıyorum diye 1saat önce gelmişti
-dur şimdi sinirlenme gelir.

ve sevgili görünür çimlerde.Eller bütün yorgunlukları,kırgınlıkları,umutsuzlukları unutarak havaya kalkar Cimbom için.Maç başlar.Biz haykırdıkça yağmur inatlaşırcasına yağar üzerimize.Damlayan her damlada haykırışlarımız çığ olur.

19:10

-hacım aldık biletleri!
-afferin! nerdesiniz olum

+kaça satıyosun?
karaborsacı: aynı fiyat abi, 20.
+al ben sana 15'ten veriyim bi tane fazla var.

ama giremiyoruz. kapıda toplasan 20 kişi var ama nası oluyosa ilerlemiyor. m. ile karşılaşıyoruz. muhabbet tatlı geliyor. ilk yarı zaten bize haram. golü de yedik. bu sefer kırıcam şu düztabanlığı ama. güvenim tam.
biletleri almasaymışız da olurmuş. kapıdaki makineye kağıt soksan da açıyor şalteri. görevli de hak getire. yerimizi alamadan attık golü. valla kırıcam şeytanın bacağını bugün.

Tribünü de arkasına alan takım için beklenenden kolay olur maç. Adını telafuz edemediğim uefa rakibimizden 3 gol yememizden sonra iyi takım olduklarını hatırlayan ve ezeriz diye bağıran kocaelililere güzel bi cevap olur istekli futbol ve 4 gol.

memleketin basbakani, bakanlarin basini olusturma gorevini bosvermis de medya ile kavgaya tutusmusken, dünya ise büsbüyük firmalarin, bankalarin çöküşünü izlerken, gitmek üzere olan sevgiliye el sallama pratikleri yapılırken, herseyin siktir edildigi bir ramazan gecesinde, izmit'te oynanan ve galatasaray'in 4 gol atip, 1 gol yiyip kazandigi musabaka olmuştur. Yabancılar coşmuştur. yeniden zevk veren, umut veren bir takıma sahip olmak ıslak ve titrek bedenimi ısıtmıştır.

21:30

cevik kuvvet sari deyince kapılar açılıyor, çok fazla bekletilmiyoruz. stad cıkısında vedalasıyoruz birbirimizle. beraber geldik, ayrı ama aynı zorlukta sabahı gördük, şehre dönme vakti gelince yolumuz da ayrılıyor. daha yola cıkarken nasıl dönücez ulan diye soruyorduk birbirimize. hele bi gidelim de nasıl olsa yine dönücez demiştik. sırıl sıklam bi deplasmanı geride bırakıp dönüyoruz işte.

dönüş yolu çile dolu 16-17 yaşında çocuklarda pırıl pırıl dönerler ,binlerce resim,camlardan gösterilen emanetler ve ego masturbasyonu ardından ey güzel şehir istanbul. ey şehri harabem. sevdiğim onca kadını barındıran şehir, ey başka yerde yaşayamıyacağımı bildiğim halde yer yer nefretle andığım şehir, bu şehri sadece özlemek en güzeli, ey milyonlarca ego ve hayat hikayesi, acep kaç kadına bu şehri çok seviyorum çünkü içinde sen varsın dedim. oysa belki de kaç kadını sevdim çünkü senin içinde ikametteydi kalpleri. bu şehir de / in / le serserılık bır baska be arkadaş. başka hangi şehirde yayalar araçlara yol verir ki? bir de elleriyle şöyle geeeç geeeeeeç gibisinden bir hareket yaparlar. bak söylüyorum bu şehir uğruna ya katil olacağız,ya şair. kocaman bir rakı sofrasısın sen istanbul. ah istanbul, gecelere aşık olma sebebim. hayatı öğrendim sayende istanbul. ilk geldiğimde ayaklarım titremişti istanbul, şimdi vezgeçilmezim oldun. hadi yatalım bak gene kimseler kalmamış odamda. bir sen, bir de ben!
Artık dönüş vaktidir kavgamızın şehrine. Hızlı bir dönüş ile 12,00 civarı eve varılır.Gribin kaçınılmaz,zatürrenin plase olduğu iş dolu bir pazartesi sabahına uyanmak için uykuya dalar yorgun bedenler.


- millet varmıştır istanbula şimdi.
* onu bunu bilmem, antep çok iyi takım. beşiktaş avantadan bi gol buldu. kırmızı kart da cabası oldu. çok can yakarlar.
- baba ya, senin ceketi alsam ben. bu üstümdekiler kurumayacak gibi. (çıplak bedene ceket çok yakışıyor.)
+ olum ev anahtarları bendeymiş. s. ağzıma sıçıcak.
* karşıdaki otele sor bakalım yer var mıymış.

-varmış. sabah da 6'dan itibaren istanbul'a devamlı otobüs kalkarmış şurdaki benzinliğin ordan.

otele yerleşiyoruz. dakikasında sızıyoruz. sabahında iki kişi eskişehir'e geri dönüyor, bir kişi efe tur 14 no'lu koltukta ters istikamette. kulağındai koca kulaklıklarda john mccrea bağırıyor: 'he's going the distance!'


Adım adım peşinden gelen bizler senin sevginle yaşıyoruz. Sen durma saldır Galatasaray! Umudumuzsun.