günler öncesinden başlamıştı trafik. durgun sakin geçen bi haftadan sonra, hareketli haftasonuna aslında pek hazır sayılmazdı bünyeler. ay sonuna yaklaşırken parasızlık kurcalıyor kafaları. erken gidelim sofrayı kuralım hesabındayız aslında ama neyle gidiyosun, nasıl yapıyosun? gelicez kanka, en kötü ihtimal tribünde beraber oluruz diyorum, kabul görmüyor. derken telefona bi aktivasyon mesajı geliyor. "cumartesi 15.00, biletiniz alindi, ismail ayaz hayırlı yolculuklar diler." ctesi harıl harıl çalışıp işler bitiriliyor. saat 2 olmuş patron ortalıklarda yok. ulan maça gidicez, bi kere de erken gel şu ofise, alalım üç beş, yolluk bişeyler yapalım diyoruz ama yok. cepteki son üç beş kalanla ofisten ayrılıp, patriotla irtibat kuruluyor. "otogardayım" diyor. 155 nolu peronun önünde duran adamdır patriot. firmanın ismine bakıp bakıp çekiyor sigarasını. ayaz gecelerde yitip giden sevgiliyi düşünüyor sanırsam. nasıl olcak bu işler deyip duruyoruz birbimize, dakikalar kalmış perondan çıkmaya. "bozukları değerlendirelim" diyor, tavuk döner yiyelim aq. otobus boş, sessiz. köprüyü geçerken "dayı" diyoruz muavine, ilk mola pamukova diyor. çişimiz var, otobüse mi işeyelim deyince, dudullu da durduruyor otobüsü sike sike.. muavin yolcuya küçük mü büyük mü diye soru sorar mı aq. yol uzandıkça uzanıyor önümüzde, biz firmaya küfrediyoruz. ulan iyi ki bi kere mola istedik be, herifler o moladan sonra heryerde durdular. 1 kişi için izmit terminaline girmişiz, muavin inmeyin diyor. biz çoktan ateşlemişiz sigarayı. belki 1 gelen daha olur be abi diyoruz :) bilecik civarında ilk bağlantı kuruluyor oldcityle. ramçoyla, ultras varmış. ali yavuzla m.can gezenti. seer ise hala vasıta arıyor. az kaldı kanka geliyoruz diyerek dalıyoruz tekrar uykuya. anadolu üniversitesi önünde ayazdan iniyoruz. ışıklı güzel caddelerde çiçek gibi üniversiteli hatunlar geziyor. karnımız acıkmış, patriot çiğ börekten bahsediyor. dalıyoruz ilk börekçiye.. biraz dolaştıktan sonra ekibin diğer parçasıyla adalarda buluşuyoruz. hasrete ara verip başlıyoruz yine işte. "çok uzun zaman oldu" diyor ramço :) gece daha yeni başlıyor, hasan polatkana uğrayıp alkol ayarını verdikten sonra eve geçiyoruz. özer kardeşimiz misafir ediyor bizi. ekip buluşunca derin mevzular konuşuluyor yine eskisi gibi. ramço da bi değişiklik yok, yine harikalar yaratıyor. yenidoğanla yeniden doğuyoruz sayende kanka sanki. dertlerden sıkıntılardan biraz da olsa uzaklaştırdın bizi. sonra seer geldi gece geç vakitte. yarın acaba o beklediğimiz gün mü diyerek yatışa geçiyoruz inceden. dışarda ayaz, içimizde yine umut var. herkes kendi sıkıntılarına göre bi köşe bulup, sızıyor.
sabah oluyor, hatta öğle vakti. saatler geri mi alınmıştı, ileri mi? başım öyle bi ağrıyorki. elde avuçta cepte kalanlar ve dolapta olanlarla bişeyler atıştırıyoruz. 5-6 saat falan kalmış maça. istanbul yolda. akın akın geliyorlar. bütün hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. ulan hazırlık dediğimiz, dün geceden kalan viskinin dibini görebilmek oluyor :) aliyavuz gelmeden vasıtasal sorunlar çözüme kavuşturuluyor. zorluk çıkarmanın manası yok diyor ve teşekkür ediyor ramço. bi de renoya soralım bakalım, hiç 8 kişi binebilmiş mi lagunaya. sıkıntıya gelemem diyor seer, "bagajda gidilir mi 30 km." sorularını yanıtsız bırakıp, bagaj kapağını yorganını üstüne çeker gibi kapatıyor.. yolda bi benzin istasyonu şimdiki yerimiz. depoya takviye yapmak için yanaşıyoruz. istasyon çalışanı araç içinden inen 7 kişiye alışkındır belki ama bagajı açtığımızda seer'i görünce, 26 plakaya ve eskişehir yönünden geldiğimize bakma sen diyoruz, sakinleştiriyoruz ortamı. bikaç km. yol aldıktan sonra tayfayı bekleyen -aslında beklemeyen- emniyet güçlerine rastlıyoruz. dönüp bi hal hatır soralım diyoruz, kim geliyo diyolar. siz mi durdurcaksınız diyoruz, siz kimden bahsediyorsunuz diyorlar. 5 otobüs cevabını alınca, kendi sayılarını saymaya başlıyorlar. telsiz anonsları başlıyor, takviye isteniyor. yaklaşık 5-10 dk. sonra tayfabusler metrobus gibi akın akın geliyor. tanıdık yüzleri görmek ilaç gibi geliyor ayazda kalan bünyelerimize. biniyoruz otobüslere, eskişehire geri dönüyoruz. uni'ler ve ankara'yla beraber 7 otobüs şehre giriş yapıyor. hava kararmak üzereyken stad kapısındayız. göz göze geliyoruz otobüste ramçoyla. o günün bugün olmadığını, kapıdan en son giren ultras olunca anlıyoruz. tribündeki yerimizi alırken oğuz beyin eksik olmayan gülümseyişiyle başbaşa kalıyoruz. iyi ki varsın diyoruz burdan tekrar. Bize ayrılan tribün stada ait olmayan bi parça gibi. diğer tarafta zaten kale arkası diye bi kavram yok. burda da sonradan oluştuğu ortada. sanki halı sahanın kenarına tribün yapmışlar. zıplamayı geç, koltuğun üstüne çıktığında kırılıyor. zaten sağlam koltukta kalmadı sanırsam. ilk yarı bastırıyoruz, nasıl bi bağırmaktır o tribüne rağmen, nasıl zıplamayı başarmışız hala çözemedik. 80li yıllardan kalma koreografisini 5 kere gözümüze sokar gibi tekrar tekrar yaptı altes. ona bişey demem ama "samiyene geliriz, yazı yazarız" diye bağırmanın manasını eğer onların arasından çözebilen varsa, orjinde köfte, imperyalde bira ısmarlayabiliriz. skor, hoca, oyun düzeni falan boş işler. ona önem verseydik, yaptığımız deplasmanlardaki mağlubiyet sayısı, galibiyet sayısının üç katı olmazdı aq. -gittiniz de noldu diyenleredir- maç esnasında çeşitli söylentiler vardı, ilk bizi çıkartıcak polis, hatta 80de çıkartmaya başlarlar vs. gibi zaten inanmamıştık ama bitmeyen ayazın etkisiyle yorulan ayaklar, bünyede eksilen alkol oranı, biçimsiz soğuk demirden yapılan ve dayanıklı olmayan, kendi kendine zıplayan tribünümsü şey, tam altındaki köfteciden gelen gübre kokusu tüm bunlara daha fazla dayanamayıp, kapıya dayandık. tam bu esnada bize yakın olan tribündekilerden birine değinmeden geçmeyelim. o şişe ananın amına girsin ulan.
kapılar açıldı, tayfaya el sallayıp onları istanbul yoluna uğurladıktan sonra bizde evin yolunu tuttuk tekrardan. yine alkol takviyesi, cepte kuşetli tren biletleri. eve gidince patriotun elleriyle yapılan muhteşem çorba ve makarnayla mide kendine geliyor biraz olsun. deplasman artık tamamlanır, ilk giden ve son dönen biz olmuşuzdur. gece 2 de ayrılıklara bir yenisi daha eklenir, istanbul’a dönmek üzere ekipten 4 kişi ayrılır. istasyonda 4 bizden, yaklaşık olarak bi sayısı olmamakla birlikte çok sayıda galibiyet sevincini istasyona taşımaya hevesli, atkılı ve heyecanlı anadolunun istanbula yolladığı öğrencileri. uyumadan önce son alkol takviyesini istasyonda yaptıktan sonra yaklaşan tren ve onlar pulmanlarına, biz kuşetlerimize diyerek ayrılıyoruz oldcityden.. uykuya dalmadan önce, yine bi yalnızlık çöktü üstüne kanka. küfredip devam edeceksin hayatına patriot. sen değil onun sorması gerekir, ben bu hikayenin neresindeyim diye..
sabah oluyor, hatta öğle vakti. saatler geri mi alınmıştı, ileri mi? başım öyle bi ağrıyorki. elde avuçta cepte kalanlar ve dolapta olanlarla bişeyler atıştırıyoruz. 5-6 saat falan kalmış maça. istanbul yolda. akın akın geliyorlar. bütün hazırlıklarımızı tamamlıyoruz. ulan hazırlık dediğimiz, dün geceden kalan viskinin dibini görebilmek oluyor :) aliyavuz gelmeden vasıtasal sorunlar çözüme kavuşturuluyor. zorluk çıkarmanın manası yok diyor ve teşekkür ediyor ramço. bi de renoya soralım bakalım, hiç 8 kişi binebilmiş mi lagunaya. sıkıntıya gelemem diyor seer, "bagajda gidilir mi 30 km." sorularını yanıtsız bırakıp, bagaj kapağını yorganını üstüne çeker gibi kapatıyor.. yolda bi benzin istasyonu şimdiki yerimiz. depoya takviye yapmak için yanaşıyoruz. istasyon çalışanı araç içinden inen 7 kişiye alışkındır belki ama bagajı açtığımızda seer'i görünce, 26 plakaya ve eskişehir yönünden geldiğimize bakma sen diyoruz, sakinleştiriyoruz ortamı. bikaç km. yol aldıktan sonra tayfayı bekleyen -aslında beklemeyen- emniyet güçlerine rastlıyoruz. dönüp bi hal hatır soralım diyoruz, kim geliyo diyolar. siz mi durdurcaksınız diyoruz, siz kimden bahsediyorsunuz diyorlar. 5 otobüs cevabını alınca, kendi sayılarını saymaya başlıyorlar. telsiz anonsları başlıyor, takviye isteniyor. yaklaşık 5-10 dk. sonra tayfabusler metrobus gibi akın akın geliyor. tanıdık yüzleri görmek ilaç gibi geliyor ayazda kalan bünyelerimize. biniyoruz otobüslere, eskişehire geri dönüyoruz. uni'ler ve ankara'yla beraber 7 otobüs şehre giriş yapıyor. hava kararmak üzereyken stad kapısındayız. göz göze geliyoruz otobüste ramçoyla. o günün bugün olmadığını, kapıdan en son giren ultras olunca anlıyoruz. tribündeki yerimizi alırken oğuz beyin eksik olmayan gülümseyişiyle başbaşa kalıyoruz. iyi ki varsın diyoruz burdan tekrar. Bize ayrılan tribün stada ait olmayan bi parça gibi. diğer tarafta zaten kale arkası diye bi kavram yok. burda da sonradan oluştuğu ortada. sanki halı sahanın kenarına tribün yapmışlar. zıplamayı geç, koltuğun üstüne çıktığında kırılıyor. zaten sağlam koltukta kalmadı sanırsam. ilk yarı bastırıyoruz, nasıl bi bağırmaktır o tribüne rağmen, nasıl zıplamayı başarmışız hala çözemedik. 80li yıllardan kalma koreografisini 5 kere gözümüze sokar gibi tekrar tekrar yaptı altes. ona bişey demem ama "samiyene geliriz, yazı yazarız" diye bağırmanın manasını eğer onların arasından çözebilen varsa, orjinde köfte, imperyalde bira ısmarlayabiliriz. skor, hoca, oyun düzeni falan boş işler. ona önem verseydik, yaptığımız deplasmanlardaki mağlubiyet sayısı, galibiyet sayısının üç katı olmazdı aq. -gittiniz de noldu diyenleredir- maç esnasında çeşitli söylentiler vardı, ilk bizi çıkartıcak polis, hatta 80de çıkartmaya başlarlar vs. gibi zaten inanmamıştık ama bitmeyen ayazın etkisiyle yorulan ayaklar, bünyede eksilen alkol oranı, biçimsiz soğuk demirden yapılan ve dayanıklı olmayan, kendi kendine zıplayan tribünümsü şey, tam altındaki köfteciden gelen gübre kokusu tüm bunlara daha fazla dayanamayıp, kapıya dayandık. tam bu esnada bize yakın olan tribündekilerden birine değinmeden geçmeyelim. o şişe ananın amına girsin ulan.
kapılar açıldı, tayfaya el sallayıp onları istanbul yoluna uğurladıktan sonra bizde evin yolunu tuttuk tekrardan. yine alkol takviyesi, cepte kuşetli tren biletleri. eve gidince patriotun elleriyle yapılan muhteşem çorba ve makarnayla mide kendine geliyor biraz olsun. deplasman artık tamamlanır, ilk giden ve son dönen biz olmuşuzdur. gece 2 de ayrılıklara bir yenisi daha eklenir, istanbul’a dönmek üzere ekipten 4 kişi ayrılır. istasyonda 4 bizden, yaklaşık olarak bi sayısı olmamakla birlikte çok sayıda galibiyet sevincini istasyona taşımaya hevesli, atkılı ve heyecanlı anadolunun istanbula yolladığı öğrencileri. uyumadan önce son alkol takviyesini istasyonda yaptıktan sonra yaklaşan tren ve onlar pulmanlarına, biz kuşetlerimize diyerek ayrılıyoruz oldcityden.. uykuya dalmadan önce, yine bi yalnızlık çöktü üstüne kanka. küfredip devam edeceksin hayatına patriot. sen değil onun sorması gerekir, ben bu hikayenin neresindeyim diye..
@ peşindeyiz
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder