1 Ekim 2008 Çarşamba

5 Kameralı Deplasman Belgeseli Denemesi


Camdan bakınca tamam dedim sezon asıl şimdi başladı. Deplasman kötü havada sanki daha bir deplasman. Yol kötü havada sanki daha bir yol. Tribün kötü havada sanki daha bir tribün. 1.5 saat bile sürmeyen bir yolla gidilen deplasmanda havanın çok da bir önemi yok gerçi. Ama bir gün önceden gidildiyse, senden bile daha az tekin insanlarla seyahat edilmişse, kalınacak yer ve cepte para yoksa lanet eder insan havaya, bir damla yağmura bile. Gece parkı ev yapmışken, kahvede nane limonu koklayarak içerken, okey taşlarından sıkılıp maçı düşünürken, herkesin aklında bir fikir, bir arayış, bir umut, biri; geçer saatler. Deplasman kimyası ister istemez bir gerginliğe, harekete, 'atraksiyon'a ihtiyaç duyar. Hiçbir atraksiyon olmadıysa da en azından biletler paravandan atlayıp sırayı hiçe sayarak alınır, ki bu da en azından olaya bir yaşanmışlık ve anlatılası bir olay endamı katar. İstanbul'da kalmış deplasman tayfasının o sırada üçlü çekip çekmediğini düşünülürken, yağmuru onlardan daha çok dert eder İstanbul tayfası da. Ne zaman ki geri dönülür, kime göre neye göre gerçek olduğu belli olmayan gerçek dünyaya ve İstanbul'da kalmışlara anlatılır yağmur, anlatılır yol, anlatılır maç, anlatılır deplasman; işte o zaman hisseder anlatılan, deplasman hayalinin gerçekliğini.

Yaz ortasında açıklanan fikstürün hemen ardından gidilecekler arasında yerini almıştı Kocaeli. Hem yakın deplasman oluşu , hemde  kendini biraz olsun deplasmanda hissetmeni sağlayacak taraftar profiline yakın oldukları için cezbediciydi.Hele bide her sezonun başında konuşulan tren sevgiside eklenince kaçınılmaz oldu gidiş. Yakındı deplasman evet,herkesin deyimiyle eziyetsizdi. Pazar günü kalk güzel bir kahvaltı et yola çık 1 saatte staddasın. Maçtan sonrada hızlı bir dönüş ile pazar gecelerini domine etmiş nice kanaldaki nice futbol programına bile yetişebilirsin. Söylemesi ve gerçekleştirilmesi bu kadar kolay olan bir deplasman bile bizim için yine kolay olmadı.

Bir şehire en önce gidip en son geri dönme hastalığının nüksettiği bu deplasman yine bir gün önceden başladı. Cumartesi gecesi saatler Haydarpaşa'ya göre kuruldu. Haftasonu çalışma silsilesi içinde kıvrananlarla, evde göt devirip yatanlar arasında bir telefon trafiği vardı.''Çıkamadın mı oğlum?" , ''Hadi geç kalıyoruz biraz acele'' , ''Ulan nereye geç kalıyoruz saat daha 8 trene var bir buçuk saat'' Milleti koşturmanın nedeni belliydi aslında: 'Haydarpaşa Gar Lokantası'. Eskişehir'le yapılan telefon görüşmesinde gar lokantasına mutlaka uğranılması, zira yakın bir zamanda kapanıcağı haberi gelir. Gönüllerimizin en büyük başkanının da sizi gitmeden bir göreyim telefonu ile daha da mutluluk dolar herkes.

aylar önce:

izmir'de altayı 1-0 yenerek süper lige çıkan kocaeli, evine dönerken sevdigim bi kardeşim aradı. "abi seneye izmitteki macta misafirim olcaksın mutlaka" (sözümüzü o zaman vermiştik ama fikstürü biz çekmiyoruz ki aq. ramazanı ve yağan yağmuru hesaba katmamıştık.)

cumartesi

19:00, aksaray


aksaray metro istasyonu yanında bi nohut pilavcı.. yapcak bisey yok, daha iki gün öncesine kadar yalnız gitmeyi planladığım deplasman yolculuğunda bir anda 9 kişi olmuşuz.. maje geliyor, patriot henüz evinden çıkamamış. trakya'dan gelen üçlü üsküdar semalarında. ortaköy'den kalkan diğer ekip suyun öte yanına geçmek üzere.

20:30, istanbul

-Cumartesi de işe mi gidilirmiş diye bir gün öncesi N.Y ile dalga geçerken sabah 11’de çalan telefonda, karşımda patronun sesi belirir, bi ofise gidiver bak sana ne anlatıcağım. Zar zor yetiştik beşiktaş iskelesine, kadıköy vapuruna. Kış geliyor bizim sokak çalgıcıları(busking) da yavaş yavaş güneye, Hindistan’a doğru yola çıksa iyi olacak ama son bir para kazanma gayreti işte. bütün o tüketicilerin (consumer) yüzünde aynı samimiyetsiz ifade. ’’Ya tabi ilginç ama yaşanır mı böyle de be!’’ iyi ki var o adamlar, hayatlarımızın film sahnesine dönüştüğü noktalarda duruyorlar nitekim. müzik eşliğinde yürürken başrol oyuncusu belli. her adımın anlamı var, konuşmaya ya da çoğul olmaya gerek yok. biz biraz susalım,susalım da gece konuşsun.

-Sevmem ulan aslında ben Haydarpaşa'yı. Ayrılıkları hatırlatır bana, gidişleri, arkada bırakışları. Bir sigara yakılır her sıkıntıya küfredilir 'Gar Lokantası'na doğru yol alınır. İçeri girer girmez köşede bir masa karşılar bizi berabar olunanlar, özlenenler hepsi bir masada. Başkanın muhabbetleri, eskiye dönüşlerle tren saati gelsin. Ücretsiz seyahat fikri cazip gelmez bu kalabalığa, biletler alınsın, uygun(!) vagonu seçilsin, başkan el sallasın, tren hareket etsin.

-M..., Olm bi düşünsene lan, şimdi dünyanın her tarafında ne çok adam bizim gibi deplasman yapıyordur. üşenmedim saydım içimden dua gibi, zikir gibi. trabzon denizliye gidiyor, hannover leverkusen’e, dundee united aberdeen’a (of ne güsel olurdu o yol), atalanta catania’ya. sicilya’ya intercity gitmez, etna’dan lavlar akıyordu bir buçuk ay önce, trenle callabria’dan gemiye binersin bir daha da sahil şeridinden ayrılmazsın. Shinnik, Moskova yolunda, ah ulan Rusya, çıkarıp atamadığım bir miğfer gibisin başımda!

eskişehir atatürk stadı

- abi bak, 8. hafta işte şurada üçlü çekiyor olucaz. laf aramızda bu takım düşer bu sene. sivas'ta da iş yok ama en azından fizikleri yerinde heriflerin.
- onu bırak da kaçta çıkıcaz yola yarın?
- bizimkiler bu gece çökecekmiş olay mahaline. ben maç saatine yetişelim yeter diyorum. alışkanlık oldu mecbur hissediyorum kendimi istiklal marşı'nı stad dışında dinlemeye.
- ben gelmesem mi ya...
- lovrek iyi adam.


21:30, rayların üstü

bilet gişesine geçip biletlerimizi alıyoruz. başkanla son kez vedalaşıyoruz. milleti rahatsız etmeyelim diye en son vagona geçelim diyoruz.

bütün vagonlarının hınca hınç dolu olmasına rağmen bizim vagonda anlamsız bir boşluk var. Bu vagonu gösteren ben rahat yolculuk konusunda haklı çıkacağım için keyifle yayılayım koltuğuma.

ilk düdüğü çalıyor görevli ve acaip yolculuk başlıyor. söğütlüçeşmeye geldik. buraya kadar herşey normal. güvenlik bile kendini güvende hissediyor, yolcular neşeli, vagon klimalı rahat. fakat istasyonda kapılar açıldığında, vagona binenler durup dururken gerilimi arttırıyolar. çok ince kesişmeler var vagon içerisinde. ben bi türlü tanımlayamadım cisimleri. rakip kapalı kutu, neye baktığını bile bilmiyosun ki..

İstanbul'da günlük işlerini(!) halletmiş bir vagon dolusu bizden farklı bir kalabalıkla ne kadar yol alıcağımızı bilmeden yol alırız. Her duraktan bizim vagona birileri eklenir herkes birbirini tanımaktadır garip şekilde. Sorgulanması gereken dakikalar Diliskelesi'nde son bulur.

izmit'ten istanbul'a giderken, hereke'den sonra bir tren istasyonu vardır: dil iskelesi. 5. sınıf, bakımsız, insanı kötü hissettiren bir kasaba. Bu kasabanın öfkeli gençleri. ilk durakta 9-4 olan sayı üstünlüğümüz 3 durak sonra 9-12 aleyhimize, diliskelesine (dili sikilesi) geldiğimizde ise we against the world (r.i.p. amaru) hissine bırakmıştır kendini.
derin bi sessizik çöktü vagona. herkes indi. diliskelesi belkide tarihi boyunca bu kadar küfür yememiştir.


23:30 - 03:00 izmit

izmitli kardeşim ve yanında iki arkadaşı bizi istasyonda karşılıyor ve sayımız saatle birlikte 12 oluyordu.. gecenin bir yarısı onca müşteriyi bulmuş ama dükkanını kapamak için çalışan bir lahmacuncuda karnımızı doyurduktan sonra açık tekel sıkıntısını gidermek için çok uğraştık. takviyeleri alıp izmit sahiline doğru yol aldık. sahil kenarında oturup içtik. iyiydi herşey güzeldi bi sıkıntı yoktu..

Yemekten sonra bir şehir turu ardından sahile yol alınır. Muhabbet, güzel hava, hafif dışkı kokulu izmit körfezi birleşince saatler gece 2,30 u bulur. O zamana kadar hiç gündemde olmayan yatak sorunu patlar. Evde 2 çekyat 1 halı var lafı geceye damgasını vurur. Havanın da güzelliği ile bu gece dışarda biter birader siz gidin biz kalıyoruz der kafilenin bir kısmını yollarız.

ev hakkında öğrendiklerimiz hepimize yetti ama ortada yapcak baska hiçbişey yok o yağmurda üstelik. iki gruba ayrılmak zorunda kaldık. 4 kisilik grubu sahilde kalırken, diğer 9 kişi eve geçiyor. yolda yağmur fena bastırıyor. diğerleri sahilde ne yapıyor? zorlu yokuşu tırmanarak eve ulaşıyoruz. ev anlatıldığından daha ufak çıkıyor.

kahverengi sular, foseptik kokulu bir deniz ve artık içmek bile istemeyen bünye, 12 kişi için 2 çekyat ayrıldığını duyunca fıttırıyor. 4 sene üniversitedeyken ölümüne cimbomlu şehre dönünce el mi yaman, bey mi yaman kocaeli'nde olmuş hodri meydan. H.cum senin güzel hatrına bu adamı dövmem de, evinde de yatmam.

Aydınlık ve güzel bir park belirir hemen yakında. Çıkılır tepesine uzanılır. Havanın güzelliği kısa sürer yağmur peşimizden burayada gelir. Böyle gece geçmez yürüyün fuar var şurda oraya gidelim sayıklamaları ile saatler 3,30 u bulur. Kulübelere, saçak altlarına göz atılır fakat hiç bir yerde rahat edileceğine dair anlaşılamaz. Ta ki yapay gölün kenarındaki yerleri halıfleks kaplı üstü kapalı yer görülünceye kadar. Sıcak bir yatak görmüşcesine koşulur. Herkes halının en kalın yerini kapma telaşındadır. Yağmur etkisini giderek arttırır. Yorgunluğun da etkisiyle bir bir uyumaya başlar ahali. Bir şarkı patlar gecenin karanlığında. Onu bir diğeri izler, böyle akıp gider. Sazı eline alan ben yapay gölün kenarında sahneye çıkmışcasına bir çoşku ve mutlulukla haykırırım uzunca bir süre. Ne soğuk,ne sırılsıklam bedenler mutluluğu engelleyemez. Mj nin gülmekten şişen diyaframı arkasından gelen soluksuz hıçkırıkları seer i rahatsız eder çokça.
fuar bitik bir mekan bir kere. İzmit’li arkadaşa sordum, fuara gitmeye başlamışsanız, işler kötü demektir diye düşünürmüş onlar (herkesin düşüncesi kendine). gece 3 sularında ise kasabayı andırıyor en şaşalı döneminde bitmiş ve bir daha el değmemiş gibi ürkütücü bir hava. deniz bisikleti kiralanan iskeleye halıfleks seren abiden de allah razı olsun. üniversite okuyan, iş sahibi eşşek kadar 5 adam yağmurda, iskelede, halıfleks üzerinde yatması yeteri kadar garip değilmiş gibi O. bey’in durumdan bağımsız histerik şarkıcı taklitleri başladı. Tamam motorları (mevcut şartlarda deniz bisikleti) maviliklere (gri yapay göl) süreceğiz ama sonraki şarkı seçimleri ve hayatı boyunca bu kadar güldüğünü görmediğim M.E. bey’in ben uyumak isterken sarsıla sarsıla, sarsa sarsa gülmesinden güzel günler göreceğimize dair olan inancımı yitirdim. hükümsüzdür!

03:00, eskişehir

- E.M. be ya, uyumadan 6'da çıkalım yola beni bi heyecan sardı.

05:00, izmit

-olm cami olmaz bak ayıp
-arkadaşım allahın evi değil mi? biz de allahın kulu değil miyiz?
-allah allah
-allah allah’ta kulları kul değil be abi.

Gece sabaha kavuşmak üzeredir son bir hareketle mescide sığınılır. Şans bu ya sabah ezanı patlar bir anda. Mescidin 1(bir) kişilik cemaati -büyük olasılıkla imamı- gelir. Burdada barınamayan bedenler yol alır yavaşça istasyonla şehrin kesiştiği noktaya doğru. Yol boyunca gidip gelmeler yaşanır dönelim diyenler olur, garın sıcaklığından dem vurulur, en sonunda ise bir binanın tepesindeki eskimiş 'OTEL' levhası göze çarpar. 'Ulan bilet parasından başka para yok oteldemi yatıcaz?' diye tartışırken 3-4 otel gezilir. Horlamaktan kendinden geçmiş resepsiyonistler göze çarpar. Kimine hiç bulaşmadan otelden çıkılır, kimi ne işiniz var lan bu saatte bakışı atar. En sonunda bilet parasına anlaşılır bir otelle. Biz 3 kişilik bir oda alalım 5 kişi yatalım halıyı severiz biz lafı ikna etmez adamı.

Gün aydınlanır. Bütün gece yagmuru yiyen, parkta yatan bedenler sabah sıcak yatakla buluşur. İşte o saatte efsaneleşen deplasman sorularına bir yenisi eklenir : 'Madem otele gidicektik niye sokakta yattık be  birader.' Eziyet çekmeden,zorlanmadan tatmin olmayan bedenlere sahibiz biz ne yapalım?

pazar

izmit stad önü, 09:30


sabah oluyor gözümü stadın önünde açıyorum. maç biletlerinin 10 da çıkması gerekiyor. rahat rahat biletlerimizi alalım, sonra yaparız şehir turunu diyoruz ama bilet çıkmıyor. deplasman tarafı karşısında bi kahvehanede nane limonla açmaya çalışıyoruz bünyeyi.

12:00, izmit

Gri bir şehre uyanmaktan oldum olası nefret etmişimdir. Hala ıslağım. nasıl bilet alırız, nasıl döneriz, hepsini boşver de, yenmemiz lazım. dün gündüz  nefes borusu, gırtlak ve sonra da damağın iğrenç bi şekilde kaşınması olan hastalık belirtilerim gece daha fazla dayanamayarak dünyaya nurtopu gibi öksürükler getirmişti. Sabah kalktığımda ise  her defasında ta içimden bir şeylerin koptuğu, göğüs kafesimin paramparça olduğu, ciğerlerimden bir dikiş atıyormuş hissi veren arsız bir fahişe. Maçın başlama saatinden önce ise her bir dakikamın 25 saniyesini kendisine ayırmamı isteyen dominant bir sevgiliye dönüştü.

İyi bir uyku biraz olsun kendine getirir herkesi. Kalkılır otel terkedilir. Sıcak bir çorba ile deplasman kahvaltısı mideye indirilir.

Ve artık stada dogru hareket etme vaktidir. Dün geceki kafileyle stad civarı bir kahvede bulusulur. Ufak ufak kalabalık başlar. Biletlerin 4 te çıkacağı haberi ile okey taşları ve nane limon arasına gömülünür.

ömrünü kahvede geçiren insanları bir kez daha hiç anlamadığımı fark ettim. ama bu bünye cafelere de çok ısınamadı. en azından anonim yerledir kahvehaneler, kimi zaman sadece ait oldukları mahallenin adını taşırlar ya da taşımazlar. beyaz üstüne kırmızı harflerle "kahvehane" yazılır bırakılır. cafeler gibi özerk değildir ya da tren olacağım, farklı olacağım diye yabancı dillerden bozma saçma sapan isimleri yoktur. küçükken insanların hep köşelerde oturduğunu sanırdım ("kahvehane koselerinde oturacagina calissa ya sizin oglan.")  da öyle olmadığını öğrenince çok şaşırmıştım. (ne şoklar yaşadı bu bünye daha sonraları bir bilseniz)

12:00, eskişehir

- yine uyuyakaldık ama uyku da ne güzel şey be birader... bi yarım saat daha kestirsem sopa yer miyim acaba?

neyse, bu sefer şekerleme moduna geçmeden kalkıp yataktan E.M. bey'i alıp çıkalım yola. Önce büroda bekleyen baba'yla araba teslimini gerçekleştirmek lazım.

- baba, bişeyler yiyelim beraber de sonra biz yola gidicez.
+ olum ben de sizi akıllı adamlar bilirdim, ne işiniz var yolda. oturur evde izleriz.
* a.y. be, gitmesek mi hakkaten, evde rakı da var hem.

araya giren bir telefon görümesi e.m.'ın hevesini iyice kaçırır. (ö. ve m. otobüse binemiyorlarmış. çoluk çocouk doluşmuş, liste yapmışlar başka kimseyi almıyorlarmış. rezalet. tribün bitmiş abi.)
ulan bari iyi bi yer bulsak da yol öcesi bi yemek yesem diye düşünürken afyon'a ilk deplasmanıma giderken duyduğum cümle aynı ağızdan yine çıkıyor: "hadi hep beraber gidiyoruz."

izmit'e haber çakılsın: 3 kişi geliyoruz, yaş ortalaması yükseliyor. yaş ortalamasıyla birlikte deplasman yolu kalitesi de artıyor tabi.

15:00, izmit

biletlerin çıkmasına az bir süre kala bilet kapısının onunde epey bir kalabalık vardı ama derbi günü bilet kovalayan bünyeler, biletin sıradan alınmayacağını tabi ki bildiğinden duvarın öbür tarafına ışınlanır. "duvara baktiginda oldugu yerdedir. aman kafani cevireyim deme. yurur onlar. insanin ustune ustune hem de. isbu yuzden deliler duvarlara bakar hep. "bakıp durduk duvara aman millet uyanmasın, aman biletçi geldi mi diye.

sıraya bakıyoruz, bu sıraya girip de bilet almak imkansız. ama bu sıradan dolayı değil, o sıradaki hiçkimse bilet alamaz, başka bi yolu vardır diyoruz. bilet almak için kapının açılmasını bekleyenlerin önünde kocaman demir bi kapı var. o kapının arkasındada akbil dolum gişesini andıran beyaz bi mobo.

Konya deplasmanındaki bu tribünün en akıllı 5 adamı'nın 2nci sahnesi yaşanır. Demirlerin arkasında kalan gişeye stadın arka tarafından gizlice girilir. Fakat bir süre sonra kokuyu alan herkes aynı taktiği dener. Bilet çıkış saatine kısa bir süre kala karaborsacılar bir anda mantar gibi bitiverirler. Dayanışma ile kolayca bertaraf edildikten sonra biletlere ulaşılır.

karaborsacılar çok ilginç adamlar....kimse bilmezken onlar biliyomuş gibi biletten 10dakika önce ordalar...kokusunu mu aldın be adam?

Gözlerimiz bir yandan eskişehir yolundadır. Sık sık telefon görüşmeleri yapılır. Az kaldı geliyoruz söylemleri hep havada kalır. Meğer yol üzerindeki güzel lokantalar keyifle değerlendiriliyormuş ta haberimiz yokmuş..

-eskişehir'den adapazarı'na giden yol şu memlekette bu kadar işlek ve bu kadar boktan kalan tek yol heralde. şimdi inşaat ayağına iyice çileden çıkartıyor direksiyon başındakileri. bu yüzden duraklamak lazım. tavsiyem tünel restoran. az ilerde bir de şelale var. zaten önce şelale varmış, ortaklar kavga edince tünel'i açmış diğer ortak. alabalık güzel. rakı her zamanki gibi. vaktiniz varsa kendin pişir kendin ye usulü mangala girmekte tereddüt etmeyiniz.  

izmit ismet paşa stadı, 18:00

istanbul geldi beş otobüs. hep beraber içerdeyiz. yağmurda bizimle birlikte girmiş içeri. hakemin son düdüğüne kadar yağar bu yağmur.

Kocaeli yönetiminin evlerdeki kiler kapısı kadar bir kapıdan koskoca tribünü içeri alma çabası eziyete dönüşür. Bu sefer ilginç bir şekilde şikayetçi olunmaz dün gecede yaşananların etkisiyle.

26 plaka bir renault laguna

radyoda haberler var:
hassiktir maç 7'de başlıyormuş!.

+ çocuklar ben gelmiycem maça. bu yağmurda o stada gidilmez, deplasman tribününün üstü açık.
* bilet yokmuş diyolar.
- yok bizimkiler hazır. bi kahveye bırakmışlar. kimlik gösterip alıcaz.
+ ulan kahveye bilet mi bırakılır, satar kahveci o biletleri.
* kahvecinin kimliğini filan almışlardır.
- tehdit etmişlerdir bence. olmaz bişey. bi de nane limon filan dediler ama anlamadım.


izmit ismet paşa stadı, 19:00

artık maç başlayabilirdi içerdeydik,kuru olmak nasıl bir his çoktan unutmuştuk ta şu old city’li de bir gelseydi

-bu adam hep böyleydi olm,hatırlarsın kadıkoye bahar temizliği yapıyorum diye 1saat önce gelmişti
-dur şimdi sinirlenme gelir.

ve sevgili görünür çimlerde.Eller bütün yorgunlukları,kırgınlıkları,umutsuzlukları unutarak havaya kalkar Cimbom için.Maç başlar.Biz haykırdıkça yağmur inatlaşırcasına yağar üzerimize.Damlayan her damlada haykırışlarımız çığ olur.

19:10

-hacım aldık biletleri!
-afferin! nerdesiniz olum

+kaça satıyosun?
karaborsacı: aynı fiyat abi, 20.
+al ben sana 15'ten veriyim bi tane fazla var.

ama giremiyoruz. kapıda toplasan 20 kişi var ama nası oluyosa ilerlemiyor. m. ile karşılaşıyoruz. muhabbet tatlı geliyor. ilk yarı zaten bize haram. golü de yedik. bu sefer kırıcam şu düztabanlığı ama. güvenim tam.
biletleri almasaymışız da olurmuş. kapıdaki makineye kağıt soksan da açıyor şalteri. görevli de hak getire. yerimizi alamadan attık golü. valla kırıcam şeytanın bacağını bugün.

Tribünü de arkasına alan takım için beklenenden kolay olur maç. Adını telafuz edemediğim uefa rakibimizden 3 gol yememizden sonra iyi takım olduklarını hatırlayan ve ezeriz diye bağıran kocaelililere güzel bi cevap olur istekli futbol ve 4 gol.

memleketin basbakani, bakanlarin basini olusturma gorevini bosvermis de medya ile kavgaya tutusmusken, dünya ise büsbüyük firmalarin, bankalarin çöküşünü izlerken, gitmek üzere olan sevgiliye el sallama pratikleri yapılırken, herseyin siktir edildigi bir ramazan gecesinde, izmit'te oynanan ve galatasaray'in 4 gol atip, 1 gol yiyip kazandigi musabaka olmuştur. Yabancılar coşmuştur. yeniden zevk veren, umut veren bir takıma sahip olmak ıslak ve titrek bedenimi ısıtmıştır.

21:30

cevik kuvvet sari deyince kapılar açılıyor, çok fazla bekletilmiyoruz. stad cıkısında vedalasıyoruz birbirimizle. beraber geldik, ayrı ama aynı zorlukta sabahı gördük, şehre dönme vakti gelince yolumuz da ayrılıyor. daha yola cıkarken nasıl dönücez ulan diye soruyorduk birbirimize. hele bi gidelim de nasıl olsa yine dönücez demiştik. sırıl sıklam bi deplasmanı geride bırakıp dönüyoruz işte.

dönüş yolu çile dolu 16-17 yaşında çocuklarda pırıl pırıl dönerler ,binlerce resim,camlardan gösterilen emanetler ve ego masturbasyonu ardından ey güzel şehir istanbul. ey şehri harabem. sevdiğim onca kadını barındıran şehir, ey başka yerde yaşayamıyacağımı bildiğim halde yer yer nefretle andığım şehir, bu şehri sadece özlemek en güzeli, ey milyonlarca ego ve hayat hikayesi, acep kaç kadına bu şehri çok seviyorum çünkü içinde sen varsın dedim. oysa belki de kaç kadını sevdim çünkü senin içinde ikametteydi kalpleri. bu şehir de / in / le serserılık bır baska be arkadaş. başka hangi şehirde yayalar araçlara yol verir ki? bir de elleriyle şöyle geeeç geeeeeeç gibisinden bir hareket yaparlar. bak söylüyorum bu şehir uğruna ya katil olacağız,ya şair. kocaman bir rakı sofrasısın sen istanbul. ah istanbul, gecelere aşık olma sebebim. hayatı öğrendim sayende istanbul. ilk geldiğimde ayaklarım titremişti istanbul, şimdi vezgeçilmezim oldun. hadi yatalım bak gene kimseler kalmamış odamda. bir sen, bir de ben!
Artık dönüş vaktidir kavgamızın şehrine. Hızlı bir dönüş ile 12,00 civarı eve varılır.Gribin kaçınılmaz,zatürrenin plase olduğu iş dolu bir pazartesi sabahına uyanmak için uykuya dalar yorgun bedenler.


- millet varmıştır istanbula şimdi.
* onu bunu bilmem, antep çok iyi takım. beşiktaş avantadan bi gol buldu. kırmızı kart da cabası oldu. çok can yakarlar.
- baba ya, senin ceketi alsam ben. bu üstümdekiler kurumayacak gibi. (çıplak bedene ceket çok yakışıyor.)
+ olum ev anahtarları bendeymiş. s. ağzıma sıçıcak.
* karşıdaki otele sor bakalım yer var mıymış.

-varmış. sabah da 6'dan itibaren istanbul'a devamlı otobüs kalkarmış şurdaki benzinliğin ordan.

otele yerleşiyoruz. dakikasında sızıyoruz. sabahında iki kişi eskişehir'e geri dönüyor, bir kişi efe tur 14 no'lu koltukta ters istikamette. kulağındai koca kulaklıklarda john mccrea bağırıyor: 'he's going the distance!'


Adım adım peşinden gelen bizler senin sevginle yaşıyoruz. Sen durma saldır Galatasaray! Umudumuzsun.

5 yorum:

keepwalking dedi ki...

Peşindeyiz'in sade "peşinde" olduğu günlere özlemle..

Derda KASAL dedi ki...

kaçırdığım bölüm daha acıtasyonlumuş

seer dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Lebowski dedi ki...

Arkadaşın nicki, yorum kalıp cümlesi güzel ironi yaratmış.

ziggytheking dedi ki...

*Sene 1972'de şampiyonluk için çekiştiğiniz o takım;

*Anadolu İhtilalinin gerçek müsebbibi;

*Sizin Ömer'e küfrettiğiniz Kapalıda yıllar önce kartondan "Şampiyon" yazıp koreografiyi İstanbul'a öğreten büyük taraftarın takımı ESES kolay kolay düşmez.

Bakmayın Eskişehir, Bursa, Kocaeli gibi deplasmanlar zor geldiği için "Düşer" diye içinizden ve laf arasında geçiştiriyorsunuz. Gençlerbirliği, Ankara, Denizli, Sivas ve Kayseri gibi lokum gibi deplasmanlarıyla hayat ne güzel oysa ki... Unutmayalım beyler gün gelir bu hükümranlık biter...