28 Şubat 2009 Cumartesi

Gidilmesi Gereken Yerler Volume Bilmem Kaç..


maje, voda, ciga, seer, kiros, ultrAs!, aliyavuz, etli ekmek, çözülmeyi bekleyen sıkıntılar, yollar, yollar, yollar...

Mevlana bahane sana geliyoruz GALATASARAYIM..

01.03.2009
@Konya

alemci futbolcu istemiyoruz (!)

maç öncesi fantezim sabri'nin hayatındaki sayılı iyi ortalarından birinin ümit karan'ın ısrarla denediği röveşatasına oturmasıydı aslında, ama bu da fena olmadı.

üç kuruş para verip kombine aldı diye topçulara sövme hakkını elinde zanneden güruha karşı iki kelam etmiştik evvelce de. zaten malesef ilk defa olmuyor bu tip olaylar. o formayı giyen adam en ağırından orospu çocuğu bile olsa maç bitene kadar destek vermeyi destur bildim ben, sizi bilemem. maçtan sonra formanın işi bitince başlamalı derim kişiye özel muameleye.

tepki verilmeyecek mi formanın hakkını vermeyen adama, elbette verilecek. belki evet, bir maçı kaybetmek hayırlara vesile olacaksa takımı baltalamak bile lazım olabilir. ama top oynayan adama sövüp kovalamaya çalışmak ismi lazım değil istanbul'un sulak semtlerinden birinin takımının karakteriyle örtüşüyor, bizimkiyle değil.

hipokrasinin her türlüsü boktan da, iki dakikada karakter değiştiren tribün insanlarından tiksiniyorum. nasıl bir yüzsüzsün ki iki dakika önce anasına avradına saydırdığın adamın adını sevinçle haykırabiliyorsun. utanmadan bi de affettim diyor bey amca. allah razı olsun, ne diyelim.
sabri'nin attığı gol size geçer ey cemaat-i yüzsüz arkadaşlar. gönül ister ki sevinmeyin, bundan sonra da uefa maçına gelmeyin bu sezon. çünkü alemci sabri'nin golü vesile oldu.

sabri'nin aşığı değilim. hep çok severdim diyerek riyakarlık da yapmayacağım, korkmayın. futbolunun üzerine çok az şey koyduğunun da farkındayım. ama o bu ailenin çocuğu. sarı-kırmızılar içinde tanıdık onu. muhtemelen başka renklerle göremeyeceğimiz kadar da galatasaray'lı. sizin, benim gibi.

bu bugün sabri olur, yarın iki demeç verir baros olur, allah korusun kewell olur. kazara islam - evangelist karşılaştırması yapar mesela, lincoln olur. ne kolay şey nefret etmek. oysa hep ne kadar büyük sevdiğimizle övünmez miyiz?

bu arada sabricim, nerden okuyacaksın bunları ama başladık ya yazmaya işte sonunu getireyim: üçlü çektirme artık bence, boşver. biz her gece içiyoruz. bi ara gel beraber içelim. herkese nası koydun 90da onu konuşuruz.

26 Şubat 2009 Perşembe

Teker Teker..

GALATASARAY : 4
bordeaux : 3
.
Haftasonundan beri bir ton yazan,çizen,konuşan,küfreden ahaliye kapağın en kralıdır bu.Son dakikadaki 'Sabri' hadisesine ister ilahi adalet,isterseniz kocaman bir tokat diyin orasıda size kalmış..
.

'Allahım bitmesin bitmesin bu rüya
sonunda şampiyon olmadan uyandırma..'

Şarapçı Bordeaux'nun Tirbüşonu



Damlasa da Bordeaux'nun balı çimlere, yıkılsa da umutlar 7 saniyede, siktir ol git diye başın öne de eğilse, senin verdiğin ayar bu ibnelere bir ömür yeter.

24 Şubat 2009 Salı

Florya Topraktı O Cesur



Bir kaç ay önce karşılaşmıştık Boğaza nazır... Hani demiştik keşke gelsen, sen ise öyle manedar bakıyordun ki.... Gün bugünmüş kaptanım.... Ama keşke şimdi kabul etmeseydin.. Kendi iktidarlarını ayakta tutmak için seni kurtlar sofrasına atıyorlar.. Biz bu filmi daha önce de izlemiştik bilirsin... Şimdi bu Kalli sana tavsiye vermeye kalkınca ne olacak? Küçük Adnan gelip bu Lincoln'ün huyuna gitmen lazım deyince ne diyeceksin? Ah seninde bizim gibi sevgimizi suistimal ediyorlar ya ona yanıyorum.. Lakin aşk bu, bilirim ne akıl bırakır, ne sağ, ne duyu...
Büyük Kaptan işin zor hem de çok zor.. Bu memleket haset dolu, bu memleket kıskanç.. Fatih Terim sonrası hangi teknik direktör başarılı görüldü ki sen görüleceksin? Şampiyon olupta yaranamayanlar var.. Hagi yi denediler tutmadı, şimdi sıra sende.. Ümidin kırılmasın.. Seni biz gibi kimse sevmez bilirsin.. Kendi takımına ana avrat sövenler sen başka bir takımın hocasıyken yaptığın bir el hareketine takmışken, bize unut denmiş ama unutamamıştık.. Peşinen fikrimizi söyleyelim de daha sonra yanlış anlaşılma olmasın.. Başarılı olsan da olmasan da sen bizim her yerinden kanlar akarken, kemiklerin kırıkken oynamaya devam eden Büyük Kaptanımız olarak kalacaksın.. Evet belki hazır değilsin, belki tecrübeli değilsin ama biz mantık değil aşk evliliklerine inandık.. Geçmiş boka sardı, bu işin sonu da boka sarabilir ama biz bu aşkı yaşayacağız.. Mantıklı açıklamalara körüz.. Tutkuluyuz..
Belki birileri bizim aşkımızla bizi kör edip pasifize ediyor.. Sayın Sezgin nasılsa sonra tazminat vermeyiz ailenin çocuğu diye de böyle bir karar vermiştir belki de... Sen bu takıma şampiyonlar ligine kaldırırsan, tecrübeli ve isimli bi adam lazım diye, kalamazsak kalamadık diye seni göndermek isteyecekler... Varsın olsun... Sonunu düşünen kahraman olamaz diye bağırmıyor mu televizyon kahramanları? Geçirilen günlerin heyecanı yeter bize.. Ve eğer Galatasaray bir ruh ise ki kesinlikle ruhtur o zaman ikinci defa tekrar kalksın o kupa elinde!

23 Şubat 2009 Pazartesi

Yok Mu Sonu Karanlığın?


Anı yaşarken gelecekte o zaman diliminin sana ne ifade edeceğini bilemeyebiliyorsun. Çok anlamlı umduğun fiillerin, biz kip ekli eylemlerin hiçbirşey uğrunaymış diyebiliyorsun pekala. Alalade bir Kocaelispor maçı oynanmadı dün, en az yine Kocaeli'deki bir kupa maçı kadar karanlık bir gece yaşandı. Lig sonuncusundan 5 yemişsin, onu düşünecek halin yok, vaziyet toprağa dik daha derinlerde.

Hafızayı yoklamaya bile gerek yok, İnönü'de, Kadıköy'de Sabri'nin üçlü çektirme işini sembol haline getirdiği dönemi hatırlamaya. Dönem de denemez, dün bu deplasmanlardan birinde olsak, aynısının yine olması muhtemeldi. İşin fena yanı bunların gelecekte yine olması, öpüştük barıştık tribi çok da uzak bir olasılık sayılmaz artık. Kimseler alemci topçu istemez de alemcinin kralları sahada zaten, hala ev röportajlarını ebeveynleriyle yapan Sabri'nin iki kuruşluk gece gezmeleri mi göze battı? Gerçekten bunlar yeterli bahaneler olsa ne yazar keza, herşeyin doğru bir yeri ve zamanı var.
Penaltı içeri yuvarlansa, kaza bela bir gol daha atsak şampiyonluk nağmeleri ortalığı yıkar mıydı belirsiz ama Skibbe'nin bugün antrenmanda olacağı kesin gibi. Gerçi duruş hadisesi tepede Adnan Sezgin gibi İstanbulspor'da duruşu çoktan vuruşa çevirmiş birinden başlayınca alta doğru tam eğimli kayma normal karşılanmalı.
Sessiz, sedasız, tepkisiz, kedersiz Kapalı. Tam da orada mevsimler boyu, dönem aşırı birşeyler anlatmak istemişleri şaşırtmayan halet-i ruhiye. Elinde 1500 liralık kombine, maça 2 dakika kala önceden bulup sahiplendiğin koltuğuna ufaktan adımlamışsın, güç senin elinde artık. Söveceksin annelerine tabi, o kombine götüne sokulası bir ibnesin haberin yok. Bu basit denkleme göre aynı topçu sahada 10 kişiyi geçip amuda kalkıp gol atarsa, 20 metre aşağıya atlayıp ona domalman lazım gelir.
Popolar sıkışınca bir efsaneler geçişini dillere pelesenk ediliyor, örneği defalarca görüldüğü üzere bir parıldama yaratmıyor sahada. Metin Oktay'ı da kötü günlere zırh edevatı yapmak yerine mezarda huzurlu bırakmak lazım artık. Ölüm varmış korku varmış diye bir besten var senin, maçlarda fark üçe çıkınca, zaten kısıtlı olan beste repertuarı bitince ona dönüyorsun mecbur; eh be şu maçta bunu söyleyesin de bir manası olsun bari anafikrine uysun durum.
Bazı bazı aydınlandığını umduğumuz kör karanlık her daim gökyüzünde aslında, tam da tepemizde. Tarih dünü de yazar ama melankolik masalarda kalplerden defalarca geçip giden bir söz de baki kalır elbet;

Gecenin en karanlık anı, şafağa en yakın anıdır!

22 Şubat 2009 Pazar

Üşüyoruz Başkan

neresinden başlasak hikayenin.. sezonun başında aldığımız, başımıza bela olan kapalı kombinelerini kayseri maçında son bir kez kapalıya girip elimizden çıkartmıştık patriotla. günlerdir kendi aramızda konuşuyorduk, artık bi maç pazar olsa da şöyle erkenden sokağa insek, şanımıza yakışır şekilde içsek güzelleşsek diye. işte günlerden pazar. sabah 11 de uyanmışım. patriot çağrıları duymayınca, bende evde sıkıntıdan patlayınca kendimi hemen dışarı atmışım. önce 87, ardından metroyla, yarım saatte mecidiyeköydeyim. saat daha 1 bile değil. koştura koştura imperyale doğru giderken sokağa göz atıyorum, kimsecikler yok. aynı yıllar öncesinde uni zamanındaki gibi. ilk gelene sanki madalya verceklermiş gibi. imperyalin köşeye geldiğimde içimden sevinç çığlıkları atıyorum, oh be ilk ben geldim diye. fakat mekanda bizi bekleyen biri var. kim olabilir? tabiki maje.
-
başlıyoruz demlenmeye. biraz sonra tribün ahalisi ufaktan gelmeye başlıyor. bordo maçı için tasarlanan şeyler masaya yatırılıyor. ultrAs!, seer, tiburon geliyor. ramço ile canlı bağlantıya geçiliyor. telefon elden ele dolaşıp hasret yalandan da olsa giderilmeye çalışılıyor. tabi bu esnada bizim patriot hala ortalıklarda yok o ayrı mevzu.
-
kayseri maçı öncesi verdiğimiz rahatsızlıktan keyif alanlar olmuş olmalı ki, dışarıya davet ediliyoruz. alkol durmaksızın damarlarımızda kol gezmeye devam ederken, bi yandan tanrıdan dilekler dileyip, öte yandan seni ben ellerin olsun diye mi sevdim ulan diye bağrışıyoruz. herşey iyi güzel de dönüp dolaşıp aynı nakaratta niye buluşuyoruz? derken patriot çıka geliyor cebinde sıkıntılarla. ne yapıcaz, nasıl yapıcaz sorunsalları maç saatinin de yaklaşmasıyla kafalarda oluşmaya başlıyor. aslında kafalar rahat. ulan girmesek nolur, sanki takımın bize ihtiyacı mı var diye düşünüyoruz da, bizim girmeye ihtiyacımız var arkadaş, bu düşünceyi bi kenara atamıyoruz. sorunlar çözülüyor, aynen belirttiğimiz gibi kapanan kapalı defterinden sonra, eski açığın turnikelerinde buluyoruz kendimizi. aynı geçen seneki gibi, o uzun kuyruğa rağmen kafayı demirin altından sokup direk kaynıyoruz turnikeye. uni'nin bulunduğu setin üst tarafına geçip merdivenlerin üstünde alıyoruz yerimizi. bensiz eski açık mı olur lan deyip çıka geliyor patriot. peşinde ekibi az buçuk tamamlanıyor eski açıkta yine aylar sonra.
-
maç başlıyor, gözler kapalıda. sene başından beri kapalıda olduğumuzdan mıdır bilmiyorum da kapalıya uymaya çalışmayı bile özlemişiz eski açıktan. topalın golüyle 1-0 öne geçmişiz. herşey güzel iyi gidiyor. ama sonra olmayacak şeyler oluyor. valla başkası olsa yazının bu kısmından sonrası bol küfürlü olurdu da, ben yazmıycam öyle şeyler. çünkü tribün susmuyor, ama sussa daha iyi bazı durumlarda sanki. takıma bişeyler olmuş oynamıyor. gol kralı olacak adam penaltıyı kaçırmadan önce kendi aramızda makara yapıyorduk, kaçarsa floryadayız diye, adam penaltıyı kaçırıyor üstüne dönen top gidiyo gol oluyor. saldırıyosun, sonra bi gol daha yiyorsun derken 5 oluyor. bi uğursuzluk var gece de ama anlamıyor kimse. şimdiye kadar hiç samiyendeki bi maç için böyle uzun bi yazı yazmamıştım. bugün çok üşüdüm, ondan yazdım.
-
günler, haftalar, aylar sonra seni görmek güzeldi de, gelmeseydin keşke..

Sana Uzaktan Bakmak Aşkların En Güzeli

Süper Lig 21.Hafta
Galatasaray - Kocaelispor
@ Ali Sami Yen

Fırtınalardan kurtar beni yâr, batırma gemilerimi..

19 Şubat 2009 Perşembe

Canlanıyor Hatıralar




Koltuk üstü bayık bir Trt1 gecesi ilgi çekmeyince, toplu bir atraksiyon isteği bedenleri Beyoğlu'na iteledi. Hava kararalı çok olmamış, Eloy dolaylarında atkılı birtakım şahıslar kolgezmekte. Normal insanlar geçen vakitle beraber azalmaya, mekanda göze batan kırmızı renk koyulaşmaya başlıyor. Peşindeyiz nüfusu da kalabalık. Atmosferde oksijen iyice azalınca arka köşe göze kestirildi, yarı görüş açısı da pas geçildi. Dillerde tutturuldu bin türlü beste. Zaman, bardakların geliş gidiş hızını geçmeye başladığı vakitlerde maç başladı. Harry Kewell'ın kaçırdığı golde öyle istendiğinden midir, algıda kayma mıdır, zaten ekrana tam hakim olamıyor olmamızdan mıdır bilinmez gol diye yıkıldı ortalık. Akabindeki kornerde 2 geliyor 2 başlamıştı bile. Bildiğin rezil olduk, o an sokaktan geçenler eve gidince skoru garipsemiştir. Baros'un pozisyonda Oğuz Sarvan es geçilmedi, olaya Sarkozy bile müdahil oldu sonradan. Golsüz devre arası merasimi sessiz geçmiyor, Andaç abi her türlü besteye uyarlanıp alkol tahriğine maruz kalıyordu. İstek yerine getirildi, şen ola peşinde şen ola. İkinci yarı Nonda oyunda, hayat onda ama üçüncü bacağı oyuna etki etmiyor. Pek hafızalarda yer etmiyor bu devre ama istediğimizi alıyoruz gibi.



Bu uğursuz takımı yenme sorunsalını televizyon başında olmayacağımız bir güne, haftaya bırakıyoruz. Maçtan sonra selamlamalar, sabahlamalar eşliğinde ortam boşalıyor ama gidecek yeri olmayanlar sabit. Anlatılmaz kederde Türk sanat müziği tadında çevirimler bir ufak pencereden çıkıp Beyoğlu'nda yankılanıyor. Avantajlı skorun etkileri yine de mevcut, mutlu hal makaraya yansımış vaziyette; vodafone ansızın gelişen ataklara kafa kesme işaretleriyle cevap vererek yetiniyor. Bir gün çıktı geldi o voda'yım ben diye ama biz onu her haliyle seviyoruz. Dağılın ulan kalıbı çıngırdayınca usulca uzaklaşıyoruz yine döneceğimiz yere, ruhsal olumluluğa okul ve iş vaziyetleri duvar gibi çarpıyor elbet yolun sonunda.



Korkmadan yürüyoruz!

17 Şubat 2009 Salı

No Happy Ending*

This is the way you left me,
Im not pretending.
No hope, no love, no glory,
No Happy Ending.
This is the way that we love,
Like its forever.
Then live the rest of our life,
But not together.

Wake up in the morning, stumble on my life
Cant get no love without sacrifice
If anything should happen, I guess I wish you well
A little bit of heaven, but a little bit of hell

This is the hardest story that Ive ever told
No hope, or love, or glory
Happy endings gone forever more
I feel as if I feel as if Im wastin
And Im wastin everyday
This is the way you left me,
Im not pretending.
No hope, no love, no glory,
No Happy Ending.
This is the way that we love,
Like its forever.
Then live the rest of our life,
But not together.

Two o'clock in the morning, somethings on my mind
Cant get no rest; keep walkin around
If I pretend that nothin ever went wrong, I can get to
my sleep
I can think that we just carried on

This is the hardest story that Ive ever told
No hope, or love, or glory
Happy endings gone forever more
I feel as if I feel as if Im wastin
And Im wastin everyday

This is the way you left me,
Im not pretending.
No hope, no love, no glory,
No Happy Ending.
This is the way that we love,
Like its forever.
Then live the rest of our life,
But not together.

A Little bit of love, little bit of love
Little bit of love, little bit of love [repeat]

I feel as if I feel as if Im wastin
And Im wastin everyday

This is the way you left me,
Im not pretending.
No hope, no love, no glory,
No Happy Ending.
This is the way that we love,
Like its forever.
To live the rest of our life,
But not together...
* mutlu son yok..
voda..

Mekanımız Cehennem..

çarşamba ; eloy rock bar..

16 Şubat 2009 Pazartesi

Kabus..


Haftanın konuğu bölümünde bu hafta Wöber'i ağırlıyoruz...

Bu sabah korkunç bir şey oldu. Bambaşka bir şehirde uyandım! Gürültülü, pis.. Havada bir egzoz bulutu var sanki. Nefes alırken boğazını yakıyor insanın. Belki de apartmandan dışarı adımımı attığım gibi, kendimi şehrin merkezinde bulmamdan kaynaklanıyordur. Bilmiyorum.. Gözlerim çeşit çeşit mutsuz insana ilişiyor nereye baksam. Nereye koşmak istesem önümü ya uzaya yetişircesine hızla geçen ya da birbirini ezmeye çalışırcasına korna çalan sapsarı arabalar kesiyor. Birilerine bir şeyler sormaya çalışıyorum ama verilen cevapları anlamıyorum ki.. Bu çabam da başarısız.
Etrafım 5-6 katlı yaratık binalarla dolu. Kim yaratmışsa onları belli ki çok mutsuzmuş. İçinden buralara güzellik katmak gelmemiş hiç. Layık görmemiş belki de..
Bazı sokaklarda uzun direkler var. En tepelerinde minik bir ışık huzmesi.. Uzanmak imkansız. Altında durup içimi ısıtıyorum anca…
Bu acayip memlekete nasıl geldim, buradan nasıl kurtulacağım bilmiyorum. Fakat daha ilk gördüğümde anlamıştım ki, betonsu soğukluğu olan bu uçsuz bucaksız yerde sen yoksun. Her girdiğim sokağında senden bir iz aradım. Fakat bu mutsuzluğun, bu telaşın içinde sana yer olmadığı o kadar belli ki. O kadar ait değilsin ki buralara. Neredeyse sana rastlasam hayal kırıklığına uğrayacağım.
Acaba bu yer sen burada değilsin diye mi bu kadar çirkin; yoksa sen burada değilsin diye mi bu kadar güzelsin. Düşünüyorum.. Ama bir kere aynı böyle pis tabelaların duvarları kapladığı, yapış yapış yağmurların yağdığı bir yerde bulunmuştum seninle. Çok güzeldin. Ve bir iki defa da asfaltın ortasında cılız kalmış sonbahar ağaçlarının arasından geçmiştik seninle.. Sanki hafif bir deniz kokusu vurmuştu yüzümüze.. Güzeldi..

Zaman Tüneli...




İş kişvesi altında günübirlik Uludağ gitmek hiç cazip değildi aslında ta ki yol düşene kadar akla.. Hem de ne yol ama.. Eskihisara doğru yol gidilirken tersine deplasmana gitti düşüncelerim.. Tombul Başkan hayal edildi...Üsküdar'da boğaza bakıp o da eski günlerin hayalini kuruyordu belkide (hamsi ne bol, rakı ne tatlıydı o sene.. El Classico bile farklıydı..bizler bile bi yakışıklıydık o sene) Gene öyle bir hava ve Trabzon gene şehirde.. Şehrin siyahbeyaz oğlanlarıyla haşır neşir.. Gidemedik Antalya'ya şeytan gibi taşlanmaya kirli ruhlarımız sulh bulsun diye, şöförde hissetmiş olsa ki inadına yavaş gidiyor yol daha da zahmetlensin diye.. Deplasman otobüsünün yolcuları genelden biraz farklı keza nac breda numaralı tribünü tadı var ama zaman tünelindeyiz ya psychedelic bir tad olmazsa olmaz.. Dağa doğru hava iyice değişiyor Rusya'ya gidiyoruz.. Kirovskaya Oblast yıl 2002 kış(o sene bütün sene kıştı).. Lucescu zamanı Roma ile oynanan maçı bir Roma barı kadar İtalyanla izleyip bazısı çok iyi arkadaşın olan guruptan insan ayırmadan (bok yoluna giden iki meksikalı dahil) alayınız ipnesiniz oğlum nidalarıyla küstürdüğüm akşamın aynısı. Sonra aynı böyle karlı bir orman yolunda kanka maç gerginliğiyle olur kültürünü aşılarken ki görüntü... Şöför Şahin, Nac Breda Avrupa taraftar derneği talihlileri ve ben şeklinde ilerliyoruz.... Zavallılarda tünelde Şahin'in vapurda gördüğü eylemden dönen işçilerden etkilenmesiyle uyanan iş yavaşlatma grev demokratik hakkı ve beni yenilen takıma bir nefes, bir ses olmayıp onun yerine Taksim barlarında sürtmemin cezasına mağruz kalıyorlar.. 6saat daha milli park yok ortada ve artık cam üzerinde ilerlerken neyseki Şahin, Nac Breda taraftarlarından biri kalp krizinden ölmeden ( LIBERTI PER GLI ULTRAS!) biraz önce zincir takmaya (şarampole kaptan, şarampole) karar verdi de stres bitti... Uludağ'ın zirvesinde toplasan bir maç saatini geçmeyecek kadar vakit kaldıktan sonra aşağıya iniş başladı... Nac Breda taraftar gurubu takımlarının kamp yaptığı otelde kalırken neyinpesindeyiz.biz tek başına deplasman yolculuğu similasyonuna devam ediyordu... Yalnız psychedelic similasyonumuzda konsept eksikliği var ve otobüs boş... tam işin büyüsü bozuldu derken futbolun tanrıları önümüzdeki aracı kaydırıp kara saplayınca, halkın kahramanı Şahin insanlık namına bu gençleri kutsal deplasman aracına aldı.. Kim gelse beğenirsiniz? bizim UNI'ler(YÜNİ) olm bunlar.. Cezalıyız ya deplasman otobüsünün yarısı kız.. rezalet.. durum bestelerin kalitesine de yansıyor ister istemez... Similasyonu olmazsa olmaz kılacak bir ritüel mola için durulan bilmemnerdeki bilmemne benzin istasyonunda (uyuyordum tabi ki) semi-sıcak bir domates çorbasına fahiş fiyat (anadolu s2ni kaldırmış istanbul taraftarını bekliyor tabii) ödedikten sonra cezanın en vurucu anına geldik... Koca restoran, sıra yok, makara yok, tuvalete para vermeyiz dimiler yok, malup olmuşuz 2öğün yemek yok, hepsini geçtim Yılmaz Abi yok... Koca bir çorba tek başına içilince fazla geliyor, mideye oturuyormuş meğer aliyavuzu özledim(sıfır parayla en uzağa deplasman yapabilme rekoru).. O kadar ekmek aldım hepsi kaldı... Televizyonda bir adam sürekli var mısın, yok musun diye soruyor.. Bilmiyorum amına koyayım bilmiyorum gelme üstüme... Zor atıyorum kendimi otobüse.. Şahin Sivaslıyım ben diye anlatıyor yanındakine.. Aman Tanrım başım dönüyor, gözlerim kararıyor... Futbolun Tanrıları beni neyle sınıyorsunuz, merhamet ama Şahin devam ediyor... "Yavvv benim topla mopla alakam olmaz da bizim Sivas'ta iyi gidiyor bu sene canım" derken nah iyi gidiyor, içimizde bulunduğumuz şehrin çocukları bastı çelmeyi diyor(Selim Abi'ye selamlar) yutkunuyorum ki Şahin kayıtsız kalıyor.. Yola çıkmak lazım hem zincirde jantlara zarar vermişmiş.... Ne garip hayatlar... Yatıyorum gözümü açtığımda Maltepe pe pe.... Bir iki saate tibu damlar buralara... Deplasmanın en iyi yanı gene İstanbul'a dönmek ama şehir bugün hırçın, pek yüz vermiyor... Çektik cezamızı tek ayak olmasada yarım akılla.. Affettiysen CimBom ne ala... Ama bana ne kadar kızsan da kaybetmesen artık.. Biliyorum gelemedim ama sende bilirsin ki ben bu ilişki işini beceremiyorum... haybeye mi bağırdık hangi sevdadan galip çıktık diye? Sen çekip gitmiyorsun bana rağmen diye bi başka sevmedik mi seni? Hem bu sevgililer günü adetleri yabancı bana biliyorsun.. Bi kere yaptık, tadında ve özeldi.. Hadi asma artık suratını UYAN!


Tek Aşkıydı Galatasaray..

TAÇSIZ KRAL METİN OKTAY

TEK AŞKIYDI GALATASARAY

SENİN GİBİ CİMBOMLUYU

UNUTUR MU BU TARAFTAR..

15 Şubat 2009 Pazar

Futbol Etnosantrizmi



Etnosantrizm, bir kişinin diğerlerini, kendi etnik grubunu veya kültürünü merkeze alarak değerlendirme tutumu şeklinde tanımlanabilir. Pek çok önyargı ve stereotipin kaynağını oluşturan bu değerlendirme, genellikle, diğerlerinin olumsuz bir tarzda nitelendirilmesiyle sonuçlanmaktadır. Etnosantrik kişi, başka gruptan olanları, kendi grubunun kültürel kabullerinden ve değerlerinden hareketle, dolayısıyla tarafgir bir şekilde yargılar. Bunun altında kendi doğrularının herkes için geçerli olduğu fikri vardır ve bununla tutarlı olarak, bu doğrulara sahip olmayanların ya da uymayanların geri veya aşağı olduğu oldukları sonucuna varır. Nitekim Adorno'nun otoriter kişiliği belirlemek için geliştirdiği F-ölçeğinin ana boyutlarından biri, etnosantrizm boyutudur.


Bunun spor aktivitelerinden en önemli örneği günümüzün en ünlü oyunu futboldur.Tabikide bu ancak takım tutan taraftarlar yoluyla açık bir örnek teşkil etmektedir.Futbolun 'toplumların afyonu' olduğu savunulur. Yıllarca Brezilya, Arjantin, Portekiz gibi ülkelerde en yaygın ve 'popüler kitle' pasifikasyon aracı olarak futbol kullanıldı. "Futbol olmasaydı ben Portekiz'i yönetemezdim" diyen General Antonio Salazar'ın Portekiz'i 3F (Fiesta, Fado, Futbol) ile idare ettiği söylenir. Ülkemizde ise özellikle 12 Eylül sonrası yükselen futbol fanatizmi, arabesk müziğin eşliğinde geniş halk kitlelerini peşinde sürüklemeyi başardı. Hatta kamu bankalarından, kulüp yöneticilerine açılan büyük kredilerle futbol beslendi ve giderek büyük bir ekonomik sektör haline dönüştü.Böylece ekonomik ve siyasal yanlarıyla futbol, halk kitlelerinin yaşamının ayrılmaz bir parçası oldu. 1990'lara gelindiğinde ise futbol, her türden 'eski solcu'nun fanatiği olduğu bir futbol kulübüyle değişik renge büründü.' Avrupa, Avrupa duy sesimizi, bu gelen Türk'ün ayak sesleri' eşliğinde dalgalanan takım bayrakları aynı zamanda milliyetçiliğin de yeni rengi oldu.Takımlarına gönül veren taraftarlar kendilerini bu renklerde bularak belki kendilerine bi ömür üzerlerine yapışacak yeni karakterler yarattılar. Kişilerin tuttukları takımda kendi kimliklerini bulmaları, güvenlerinin arttığı ve geleceğe umudunu taşıdığı, seyircilerin herşeyden önce psikolojik, sosyolojik yapısının, ekonomik durumu ve eğitim düzeyinin dikkate alınması gerekmelidir.Futbolda üstünlük mücadelesi, 'üstün olma' yenme iddiası, yenilmeme azmi, biz-ötekiler ikiliği işin tabiatında vardır. Tuttuğu takımla kimliğini bulma, özdeşleşme, futbol ile doruğa çıkıyor.Takım tutarken uzun boylu düşünüp taşınıp karar verilmez. Bu öyle bir şeydir ki, ömür boyu bağlılığa dönüşür. Bir partiye, bir insana bağlı kalsak, onu desteklesek, sonra o kişi bizi hayal kırıklığına uğratsa, inanç ve güvenimiz sarsılır başka bir partiyi destekleriz. Taraftarlıkta öyle olmuyor, takım yenmese bile, kişi kendisini başka bir takımın kucağına atmıyor.


Futboldaki etnosantrik tutum tribünlerde görüldüğü gibi kişilerin günlük yaşam etkinliklerinde ve davranışlarında görülebilmesi muhtemelden fazladır.Zaten genel olarak ele alındığında etnosantrizm hayatın sadece bir bölümüne dikte etmeyip tamamına ışık tutan bi davranış durumudur.Futbolun bunun en büyük örneklerinden birisi olmasının sebebi ise toplu bi şekilde kendisinden olmayan etrafa karşı önyargılı ve subjektif olmasıdır.

14 Şubat 2009 Cumartesi

Hemen Aldın, Hemen Sattın Alper



'Beni bu hale düşürenler utansın'Ne Galatasaray elini uzattı ne Futbol Federasyonu... Ve Alper Tezcan artık çaresiz... 17 Mayıs 2000’de gururla boynuna taktığı o UEFA madalyasını şimdi satmak zorunda... Ailesi için, geleceği için.. Ve sadece FANATİK yine onun yanında...



http://fanatik.ekolay.net/fanatik/GALATASARAY-UEFA-Madalyasi-satisa-cikiyor!_4_Detail_32_125719_4.htm

Haberi
ve resmi görünce aklıma Bologna maçı geldi. CM'nin eski versiyonunu oynayanlar bu adamı illa ki bir kere almıştır sonra. Ayağı futboldan kopmasın diye sezon sonuna kadar Fatih Terim tarafından takıma dahil tutulmuş ama daha sonra rahmetli Alpaslan ağabeyimizin anlattığına göre zevke dalıp geri dönememiştir. Yani fanatik duygusallığı ile aman vefa kalmamış dünyada arabeskine girmeyeceğiz. Bu arkadaş daha sonra Lucescu döneminde kiraya verilmiş, akabinde Yıldırımbosna'da oynamış.

Olaya onun açısından baktığımızda tüm stad Şen ola CimBom'a başlamışken 90+4 te ayağın kırılıyor.. O ana kadar hocaların sana geleceğin sağ beki diyor.. Altyapıdan gelip kaptan olma hayallerin var... Bunların hepsi evet can sıkıcı.. Bunların hepsi ağır ve üzücü hadiseler... Ancak Alpaslan Abi'nin beş yıl önce yazdığı bir yazı vardır bu konuda... Bizim ekstra bir şey yazmamıza gerek bırakmayacak bir yazı.. 5 (beş) yılda bir arpa boyu gidemediğimizin kanıtı. Fırsatı bulmuşken Alpaslan Dikmen'i rahmetle anma sebebi;

-çok duygusalız çook !

bir kaç gündür sabrettim... galatasaray taraftarının nasıl dolduruşa geldiğini ise hayretle izledim.

konu, galatasaray’ın sakatlanmış olan futbolcusu alper tezcan kardeşimiz.

internet kullanıcıları haricindeki bir çok galatasaraylı belki de konunun bu kadar hakarete varacak düzeye geldiğini fark etmemişlerdir... ama maalesef alper konusunda hem imparator’a hem de yönetime çok ağır sözler söylenmiştir galatasaraylıların forumlarında. ama bu düpedüz haksızlıktır. çünkü;

alper’in ayağı 09.12.1999’da istanbul’daki bologna maçında kırıldı. alper doğal olarak galatasaray kulübünün masraflarını karşıladığı başarılı bir ameliyat geçirdi. ve çok daha önce iyileşmesi gerekirken mayıs ayında " eh işte " iyileşti.

onore edilmek için ilk 18’e girememiş olsa bile, uefa kupası finali için kopenhag’a götürüldü. sezonun son istanbulspor maçında ise ilk 18’deydi.

işte ne olduysa o rehabilitasyon döneminde ve o yaz oldu ! silivrili genç kardeşimiz
alper’in rehabilitasyon dönemini ve iyileştikten sonraki yaz aylarını nasıl geçirdiğini sıkı bir ultraslan olan silivri eşrafından bir can dostum anlattı... evet tahmin ettiğiniz gibi
" alkol, sigara, gece hayatı vs. " **

o zamanki teknik direktör lucescu disiplinsizlik ve kötü yaşama elbette tahammül edemedi.

bu kardeşimiz çeşitli takımlara kiralandı... kendine hiç bakmadığı için gittiği takımlarda kadroya bile giremedi, geri döndü. o sezon sadece idmanlara çıktı... sonra bir kiralık dönem daha yaşadı ama kendine iyi bakmadığı için yine sakatlandı vs.

kısacası alper tezcan konusunda kulübümüze, fatih hoca’ya ya da başkan’a " yazıklar olsun " denecek bir şey yoktur. ama alper için " yazık etti kendine " denmesi en doğrusudur.

o dönemlerde kulüp çalışanlarının ve hatta terim’in alper’i uyardığını da yakından biliyoruz. kulüp, yönetim, teknik adamlar tamam ama bunlar da bir yere kadar.
futbolcunun içinde de biraz meslek aşkı olmalı.
beyoğlu meyhanelerinden sabaha karşı toplanan alper kardeşimiz için şu anda geçmiş
olsun demekten başka yapacak bir şeyimiz yok.
kulağımıza gelen sağlam bilgilere göre biri orta yaşlı, biri genç iki futbolcumuz daha aynı yolda ilerlemekte. bilsinlerki galatasaray’a hiçbir şey olmaz... ama kendileri için bir an önce bu aşırılıklardan kaçınmaları çok iyi olur.

galatasaray taraftarı ikisini de çok seviyor… ama taraftarlar ihaneti asla affetmezler.
alpaslan
ultraslan gk

*Söz konusu Trakya insanı olunca inandırıcılığı da artıyor. (yazarın notu)

Galatasaray Türkiye'dir Yansımaları


Daha önceki gün yapılan açıklama ve tavırla ilgili çuvaldızı biricik sevdiğimize batıran bizler o iğneyi federasyonun @!*34/ e sokmasını da biliriz.. Galatasaray'a 119bin ytl para kestiniz.. Hadi tribün olayları, takım halinde sportmenliğe aykırı hareket hatta ve hatta 100bin ytl lik cezaya amenna... Peki 5bin ytl lik sulama usulünün yanlışlığı nedir ulan? Bunun bir standartı mı var? Fazla mı suladılar az mı? yoksa bi tarafı sulamayıp bi tarafı mı suladılar? Adama demezler mi 3 hafta önce buz üstünde oynandı maç.... Sen federasyonsun... Sen federasyon olarak bir kulübe cephe alırsan o kulübün aklı başında taraftarları bile hatta en çok onlar senin gelir aklını alır..

Sevgilim Bu Gece Bekleme Beni

Takım çoktan Antalya'ya inmiş, tayfabüsler ise bu gece yola çıkıyor. Yine Cumartesi ve biz yine ofisteyiz. Takım çoktan Kenya'ya gitmiş, Selçuklu Aslanlarla yapılan görüşmede koreografi hazırlıklarının tamamlandığını öğrenmişiz. Öte yandan Caferağa'yı iyi tanıyoruz, kulüplerin aralarında yapmış oldukları anlaşma hiçbir zaman bizi bağlamadı bağlamaz, ama sıkıntılarla dolu şu dönemde giderek önemi artan patron-eleman ilişkisine sımsıkı bağlanmışız. Herhalde içimizde en şanslı olanımız ramço. Ama rakip sakat Ankara'da. "Bizim için polise de koy" diye bağırma sakın. Voleybol bayanlarda ise bu haftasonu maçımız bile yok. Tekerlekli basketbol ligi ise 1 Mart'a kadar devre arası tatilinde..

Futbol 20. Hafta:
Antalyaspor-Galatasaray @Cumartesi 15:00, Taş Ocağı.

Erkek Basketbol 19. Hafta:
Selçuk UNI-Galatasaray @Cumartesi 15:00, Kenya!

Bayan Basketbol 16. Hafta:
Fenerbahçe-Galatasaray @Cumartesi 15:30, Caferağa.

Erkek Voleybol 17.Hafta:
Polis Akademisi-Galatasaray @Pazar 14:30, Selim Sırrı Tarcan.

------------------------------------------------------------------------------------------

- ne olurdu sanki bi deportivo maçı olsaydı yine sami yen'de, biz de koşsaydık sevgiliye..

14/02/2001

13 Şubat 2009 Cuma

Volume'e Dokun, Sesimi Aç..

Her aksam açılır msn penceresi. Yazmak istersin ama yazamazsın. Söylemek istediklerin vardır. Ama söyleyemezsin. Lanet olası klavyenin tuşlarına dokunamazsın. Pencere saatlerce açık kalır. Elin klavyeye gider ama geri gelir. İletilere de takarsın kafayı. Karamsar adamlarız ya, bakış açımız karanlık ve kötü ya, her iletiyi de kendine göre yorumlarsın. Dinlediği şarkıları yorumlamaya çalışırsın. Hareketli bir parça dinliyorsa kesin memnundur hayatından, yok eğer slow takılıyorsa bak o da benim gibi dersin. Hatta varsa kendi playlist’in de, sende aynı parçayı açar yüksek sesle dinler söylersin. Paranoyak olma yolunda koşar adımlarla ilerlersin. Bu bir süre böyle sürer gider. Ta ki yeni bir hikayeye başlamaya kendini hazır hissedinceye kadar..

Oysa değişen sadece zamandır..

Çünkü bizim içinde bulunduğumuz hikayelerin tamamı olumsuz bitti. Bu hikayelerin bazı bölümlerinde ender gelişen ataklar sonucunda mutlu olduğumuz anlar da oldu. Çünkü çabaladık umudun hatırına. Giden sevgililerin ardından hep ayakta durmaya çalıştık. İçimizi kemiren tesellilerle kör topal devam ettik. Her şeye rağmen, terk edilme korkumuz hiç olmadı aslında bizim. Neden olsun ki? Zaten güneş bir kere bile parlamadı bizim için. Hep yenildik ve sağ tıklayıp yeniledik kaybolan umutlarımızı.

Bu beden küme düşse de, yürek hala namağlup kendi evinde !

12 Şubat 2009 Perşembe

Türkiye Galatasaray'dır...


Yazmayayım dedim durdum kendime ama çocukluğumun o masum günlerinde, hani derler ya gençliğimizden sarhoş olduğumuz o günlerinde her anı bana başka bir heyecan veren, yenilgisine günlerce üzülüp ağladığım, bazen sokağa bile çıkmak istemediğim bir kulübün bu denli ‘fair-play’den uzak görünümü kadar, endüstriyel futbolun bütün ‘saha dışı’ etmenlerine sığınmakta sınır tanımaması, beni derinden yaralayıp sessiz kalmamı önlemekle birlikte, en azından kendi geçmişimi de sorgulamama yol açıyor.Zirveye ortak olan ilk beş takımın değerlerine avro olarak baktığımızda Galatasaray 119 milyon avro ile zirvede(Fenerbahçe 102, Beşiktaş 78, Trabzonspor 56 ve Sivasspor 34 milyon avroluk değerlere sahip). Yani bu bizim yönetim, olası bir başarısızlıkta, değeri daha düşük Trabzon’un ya da Sivas’ın gerisine düşerse, suçluyu şimdiden ilan etmiş demek olabilir mi? Federasyon, MHK ve hakemler... Benim Galatasarayımın tarzı bu değildi, bu olmamalı... Biz Özhan Canaydın'dan kurtulmak isterken bunu kast etmemiştik... Bizim tibu daha dikkatlidir ancak bu son ‘Türkiye Galatasaray’dır’ bildirisi inanılmaz imla hatalarıyla doluydu. Tevfik Fikret, Çetin Altan gibi isimleri çıkarmış bir ekol neden bu kadar kötü ifadelere başvurmuştur acaba? Bursa maçından sonra şarlayan Trabzon’un Eskişehir maçında gazının alındı ya, daha önce Aziz Yıldırım da aynısını yaptı ve faydasını gördü ya.... Peki Galatasaraylılık değerleri ve üslubu? "Galatasaray’ın desteği olmadan federasyonun futbol barışını, sportif başarıyı ve sektörel gelişimini nasıl sağlayacağını bilemiyoruz”... Bu cümle tehdittir... Bu cümle Galatasaray'ı temsil edenlerden gelemez... Evet Galatasaray hakkaten Türkiye'dir ancak siz bu ülkenin göz bebeğini insanlar nezdinde bu kadar antipatik hale getiremezsiniz... Hakemleri tartışırız, ederiz ancak aleyhimize olduğu kadar leyhimize yapılan hatalarda da aynı tepkiyi gösterebiliyorsak bu tarz bildirgeler yayınlayabiliriz.... Takım son haftalarda sebepleri ne olursa olsun bir düşüş içindedir ve öncelikle şapkayı önümüze koyup bunlara bakmamız gerekirken gündemi ve hedefi değiştirmek Galatasaraylılık adabına yakışmaz... Tahmin ediyoruz ki çok eleştiri gelecek, ancak bizler herhangi bir yönetimin askeri değiliz ve ne şimdiki neden gelecek yönetimler tek başına Galatasaray demek değildir. Galatasaray sensin, Galatasaray benim...Ben aşık olup bunca emek verdiğim kulübün yönetiminin kalkıp senelerdir eleştirdiğim, türk futbolunun dibine dinamit yerleştiren aziz yıldırım tarzı bir açıklama yapmasını içime sindiremiyorum... haksızlık yapıldığı düşünülen konularda sesini çıkartmak ve hakkını aramak her kurumun hakkıdır... ama doğru yöntem bu mudur?... bence değldir...

11 Şubat 2009 Çarşamba

Dedemiz bizi sevmedi

G.Saray Basketbol Şubesi'nden sorumlu yönetim kurulu üyesi Ahmet Dedehayır, sezon sonunda görevi bırakacağını söyledi. Dedehayır, "Başkan Adnan Polat'a verdiğim sözü tutacağım, işi profesyonellere bırakacağım" derken yeni dönemde görev almayacağını da söyledi. Eleştirileri anlayışla karşıladığını belirten Ahmet Dedehayır, kişilik haklarına saldırıldığını da belirtti.
-
-
"Gitme dur ne olursun, gitme kal yalan söyledim"
S. Aksu

Bestesel Gelgitler

9 Şubat 2009 Pazartesi

Sözlerimi Geri Alamam


Yıllar yılı maç bitmeden stadyumlardan, salonlardan erkenden çıkış kapısına adımlayanlara, önemli bir aksiyon saniyesinde giderayak dönüp bakanlara, trafiğe kalmayayım derdindekilere ne kadar sövdüğümüz bilinmez; mevcut şartlar nedenleri değiştirip benzer sonuca götürmeyi hak gördü bize.
Şubat'ın sabahında dayandık Siyavuş kapılarına,
Bilemeyiz daha sondan kaçıncı defa.

8 Şubat 2009 Pazar

Haftanın Şarkısı

Senin gibiler yüzünden, bizim gibiler bu halde..

Harabat


Demişiz 1 yıl kadar önce. O günden bugüne şubenin fotoğraftaki kitle psikolojisi üzerinde oluşturduğu umut temelli tomurcuklar, gün itibariyle yerini bunalımlı ruhsal yapılara bırakmış vaziyette. Şimdilerde çokça geçmişe özlem duyuyor, o günlerin arkasından el sallıyoruz amansızca. Gözleri ve kulakları açıp bugüne dönüyor; sana parkeler ardından herşeyimizi vermeye gücümüzün kalmadığını farkediyoruz. Farkında değil kimsecikler, bağırmak istiyoruz delicesine senin saflığını bozanların suratına suratına, bunun için kıytırık takımlara karşı bayık renkli koltuklarda 10 kişi kalacağımız günü bekliyoruz. Seni terkedilmemeye alıştırmaya değil, terketmeye geliyoruz belki son kez. Kim bilir yine fotoğraftaki gibi göz göze biz bize kaldığımızda, bir otel kapısı önünde güvenlikçinin boğazına sarılmışken, sana senin iyiliğin ve onurun için anlatmak istediklerimizi kusar halde bulacağız kendimizi ve yine sen görmemezden geleceksin sebebini. Bir sis atacaksın ses dalgalarına, sesimiz çıkmaz hale gelecek, skorlarını bile bilmemek isteyeceğiz, yaptıklarımızın sonuçlarını sorgulamakla meşgul edeceğiz kendimizi. Bugün darbe var, erken kalkın çocuklar..
Galatasaray-Tarsus Belediyesi
@Aydan Siyavuş 15.00

6 Şubat 2009 Cuma

Nerede O Eski Mahalle Savaşları..


Son günlerde görülen rüyalarında etkisiyle uyumaktan korkar ve gördüklerinin etkisiyle güne bir sıfır (0-1) malup başlar hale gelen bünye dün gece nihayet uyandığında gülümseten bir rüya görebildi.. Evet, mahalle maçı yapıyorduk... Hepimizde oradaydık aliyavuz kaleci diğerlerinin ne yaptığı belli değil... Rüyadaki durum karışıktı ancak sabah uyandığımda bu eski mahalle maçlarını düşündüm.. Geçen arkadaşlarla eski günleri yad edelim diye red alert oynayalım dediğimizde görmüştüm, mahallede çoluk çocuk namına ne varsa doluşmuşlar internet cafeye world of war craft, bilemedin fifa falan oynuyorlar... Kendi kendime dedim; " Verin ulan bana bu çocukluğunuzu koşturayım bütün gün top peşinde".... Dediğim gibi bu sabah mahalle maçlarına daldım gitti..

- Kaleler taştan kurulurdu
- Küçükler sayılmadığı için bir takım 7 diğer takım 5 kişiden oluşabilirdi.. Küçüklerden birine top sert gelirse faul olurdu
- Beşte devre onda biterdi
-Araba geçerken herkes donar geçtikten sonra aynı yerden devam edilirdi
-Faul kullanılırken baraj 3 adım öteye, penaltı kullanılırken 9 atım öteye hesaplanırdı... adımlar büyük atılırsa babandan dayak yemeye de böyle mi gidiyorsun denirdi
- Koşarken herkes kendine bir isim takar ( Tanju, Prekazi, Pele) ve spikerlik yapardı
-Bi kere kesinlikle atan alırdı...(aynı hızla....)
-kale kucukse penaltiyi atan tarafin oyuncusu tersten atardi, kaleyi ayarlamak icin domalir da bakardi kaleye dogru...
-tartışmalı gol sonrası bir taraf pes eder ve hamam parası olsun tamam derdi
-burun kakmak yasaktı.. (abanmıycam teknik vurucam)
-elin avantajı olmazdı
-adamın gol diyor ( umarım bu dürüstlükteki çocuklar büyüyünce bozulmamışlardır)
-mahallenin en beğenilen kızı yanlışlıkla sahanın yanından geçiyor ve kaçamak bir bakışla sahaya bakar gibi olduysa saha tusubasalarla dolardı... (seninki izliiiooo oğluuum durumu varsa izlenen kişi kaleye sokulmazdı)
-uzun süren maçlarda atan galip,yiyen malup uygulamasına geçilirdi.
-kaleye geçme sırası "sooon, soooooooon biir, soooon ikiiii " şeklinde belirlenirdi
-mahallenin en gıcığı kesin top sahibi olurdu
-bazen mikasayla yapığımız ayrıcalıklı günler olsa da resmi top kamesti.
-bazı goller gol değil, boru olurdu
-mağlup takım kale direği şeklindeki taşları birbirine yaklaştırır, yakalanırlarsa kavga çıkardı.
-ikişer gollüğüne kaleye geçilir eğer kasıtlı gol yendiğine karar verilirse kişinin iki gol daha kalmasına karar verilirdi
-kaleci topu üç kere sektirdiyse açılınırdı.
-top münasip yere geldi mi kesin işemek gerekirdi.
-at bakiiiim abinin kıllı göğsüne adamcıkları gelir maçı bölerdi...

Birde mesela internet yok, iletişim yok ama bu kurallar 7 bölgede de aşağı yukarı aynı olurdu ben ona şaşardım... ama sanırım bu tayin vb sebeplerle yer değiştiren benim gibi gençler sayesinde olurdu... Bildiğin underground bi' hareket...

Bu Takımı Sabote Edenin Çocuğu Olmaz!


Başlıktaki takım ibaresinin başına getirilmiş sıfat aslında bu seneye ait sayılmaz. Geçen sezonda kalan, elde mumla aranan ruh. İçinde ne Şaziye Karslı'yı, ne wnba süperstarı denerek namı yürütülen 40 yaşında şutlanan bir Taj'ı, ne de sayı kralı Augustus barınırdı.

Bir branş da bir senecik yüzümüzü güldürmeye görsün, akabinde saçma sapan işlerin beşiği haline geliveriyor. Değer diye bir kavram lugatına girmemiş, eski nazi kampı bekçisi olduğu rivayet edilen Ahmet Dedehayır, takımın başındaki Cem Akdağ'a iki gram saygı göstermeksizin ''biz zaten 3 aydır Zafer hoca ile görüşüyorduk'' diyebilen Mihriban Oğuz ile lastikleri patlamış halde yokuş aşağı inen bir ekip. Şişire şişire patlama noktasına gelen kadro ve kaptanlık savaşları. Bu sezon namağlup şampiyon oluruz diye kandırılan bir avuç taraftara layık görülen anlamsız mağlubiyetler, geçen sene 30 sayı fark atılan takımlara karşı zoraki galibiyetler.

Pankarta konu olan muhterem hakkında edecek kelam çok olmakla birlikte, söylenenlerin havada kalacak olması olasılığının yüksekliğinden, somut eylem gerekliliği ortada. Yeryüzünde kalmış son antrenör muamelesi bir yana, ligdeki en büyük rakibinden gubidik bir ayartma program etmek bu klübün stili değildir. İşte planlama böyle olursa, o bir avucu da kaybedersin elinden. Onlar sana der ki gerekirse koşmayalım zaferlere, yeter ki ödün verilmesin öğretilerden. Kaldı ki zafere giden her yol da mübah değildir pekala, yürüdüğün dosdoğru bir yol vardı zaten halihazırda; ne demeye bozarsın belirsiz.

O tribün bugünlerde haykıramayacaksa bangır bangır istifa diye, sormak da hak bize o vakit; boşuna mı gidildi acaba Burhaniye'ye, Mersin'e diye kendi kendimize. 3 gün önce gözlerimizi kana bulayıp savaştıklarımızı şimdi bağrımıza basmamızsa beklenen, çabalar boş yere bu defa gözleri kapatmak fayda etmez.

Futbolun şampiyonlar ligi diye niteleyebileceğimiz kupaya katılım hakkı varken, anlayacağımız dilden uefa kupası'nı almak için alalade takımların ağırlıkta olduğu bir turnuvadayız şimdilerde. Gazetelerin ufacık küpürlerinde dürbünle görülebileceği üzere çeyrek finale yükseldik, oradaydık elbet, yine salonda, kırgınca.

Sen de başını alıp gitme ne olur!

5 Şubat 2009 Perşembe

Kessem Kaç İntihar Akar Bileklerimden


"Karmakarışık" etiketi blogdan sıyrılıp ruhlara büründü.Neyi,ne zaman,niye yaptığını bilmiyor artık insan.El atıldıkça kırılan dalların yoklayıcısı olduk.Sonra gole giderken düşürülen insanlar olduk ve hatta düşürenlerin cezalandırılmadığı dünyada,oyunu yönetene kart işareti yaptığımız için "allahsız" damgasıyla süresiz cezalandırıldık müsabakalardan...
Oysa ki bizde herkes gibiydik yada en azından herkesten farklı birşey istemedik bu hayattan.Çarkıfelek dediğimiz oyunda her turda "pas" geçtik.Birgün bize de büyük ödül hatta sokarım büyüğüne,"ödül" gelir diye bekledik umutla ama yine "iflas" ile burun buruna kaldık.
Yaz mevsimini sevenlere muhalefetim çokça zamandır.Kış eksilmesin istiyorum delice.Kapalı mekanlarda sevişmeyi önersin radyolar.İnsanlarda kara bulutların getirdiği bi mutsuzluk ifadesi olsun istiyorum.Senin,benim,bizim rahat edemediğimiz dünyada kimse istirahat etsin istemiyorum..Allahını yapıyorum bencilliğin..Ama artık şart.Ben dışındakileri düşündükçe ben'den iğrenir hale geldiğim sistem itti beni bu bencilliğe.
Şimdi herşeyden uzak,yılbaşında tombala kartı verilmeyen,yolda görüldüğünde ateş dahi istenmeyecek bir adam olmak yeni hedefim...Yada artık hedef medef koymuyum bu elastiki hayatta diye düşünüyorum.

Tek korkum var şu gidişatta.Birgün ayaklara taş bağlanılıp atlanıldığında,arkamızdan "iyi bilirdik" diyecek adam kalmayacak.Çünkü bizi iyi bilenler hep böyle.Yani birkaç ayağa birden bağlanır o taşlar..
Biz az kişiyiz,birbirimizi "iyi biliriz"...

I Love You Hagi!

Bir kızı dahi sevmemişken henüz. Sonu daimi hüsran olacak çapkınlıklara da başlamadan önce. Hani çocukluğun tam ortasındayken. Maçları ancak evde seyredebildiğin, o 'şu saatte yatacaksın'ları delmek için binbir yalvarma seansına girip çıkarken. Sende bizi vurgunlayan birşeyler vardı illa ki. Olmalıydı da. Gençlik gereği önermeye uygun düşmek lazımdı, fenomenlerin olmalı, örnek alacakların olmalı, neredeyse tapacakların. Hangi takımlısın sen sorusunun cevabının verilecek çikolataya endeksli olduğu vakitleri çokça yıl geçmişken.

İşte tam da o zamanlardı.. İleride hayatını sikecek renklere dair birşeyler bilmek lazım gelirdi, Ali Sami Yen, Metin Oktay, gençlik işte öğrenme hızlıca ilerliyordu. Sonrasında gelen yeni bir yabancı. Sözleşme imzaladığı masada yanında saçları hafif ak biri var, yaklaşık 10 sene sonra düşman belleyeceğin. Senin sevdiceğine lanetli yıllar yaşatacak, onunla geçen karanlık günlere inat diye bulanık sularda boğulacağın. Hagi, haci, hacı? İsmi miydi bu adamda bana ilginç gelen? Yoksa hani sonraları bir türlü içimden atamadığım utangaçlığı mıydı kendimden birşeyler bulduğum? İlginçti, o bendendi artık sebepsizce.

İşte tam da o zamanlardı.. 'Eh işte'den hallice bir geçim savaşında, henüz herşeyi tam da kavrayamamışken. 31 yaşında topçu mu olur diyenlerin eline, Van'da frikiği çakıp ilk kez verirken.

İşte tam da o zamanlardı.. Babası öldüğünde, canımdan birşeyler kopmuşcasına sarsılmışken. Uzattığı sakalı kesmesini şafak gibi beklerken. Yastayken çıktığı maçta 10'a bir kez daha hayran olurken.

İşte tam da o zamanlardı.. Heyecandan titreyen ellerimi kimse görmesin diye saklarken. O, Kopenhag diye bir yerde yine sanatını icra ederken. Dakika 95 olup, maç uzadıkça uzarken ve orospu çocuğu Adams yere düştüğünde yankılanan 'Neden Hagi' sesleri başları öne eğerken.


İşte tam da o zamanlardı.. Bütün kupaların abonesi olmuş o takımın kuyusunu kazmaya çalışanların yüzüne tükürürken. Sahada o delirmiş yüreği zaptedemeyenlerin arasından sızıp, satılmışlara isyan ederken. Toroğlulara, Çakarlara, Ersoylara siktiri çekerken.

İşte tam da o zamanlardı.. Kederli bir bahar akşamında, Kapalı'ya yine güneş vururken. Omuzlar üstünde futbola veda ederken. Son basın toplantısında o güleç yüzünü futbolcu olarak göremeyeceğimi dehşet içinde ayırtederken. Seni canlı izlemeye doyamamışken.

Üç sene sonrası.. Sahadaki 10'un teknik direktör olarak takımın başına getirildiğini öğrenip havalara uçarken. Sarı kırmızı, 'kutlu' yılında düşe kalka yürürken. Galatasaray'ın taraftar, yönetici, yazar ne kadar ibnesi varsa onun adını kirletmeye yeminlenmiş, onu hırsız bellemişken.

O zamanlardı işte.. Kısa süren rüyaya imza mahiyetinde afilli bir sonu oksijensiz solunum yapanlar çizerken.

Futbolcu, teknik direktör yada sadece bir Hagi'yken.. Seni fütursuzca sevdim ben bir kere. Siklemedik gayrisini, ötesini, berisini; çok sevdik.biz!

Şimdi doğum günün gelip çatmışken.. Seni hatırlamanın Galatasaraylılık vaciplerinden biri olduğu şu zamanlarda, doğum gününde hatırlıyorsan bazen seninle geçen günleri, bil ki seni unutmayanlar var.

İyi ki doğmuşsun Hagi. ''Galatasaray'ın olduğu her yerde umut vardır'' deyimini şu yitik yüreğimize kazıdığın için.

El Comandante Hagi!

3 Şubat 2009 Salı

Fikrimiz Değişmedi Allahsızlar!



Geçen sene 'Size Geliyoruz Allahsızlar'ı hatırlayanlarınız vardır. O zamanlar bizi kınayan abilerimiz ve kardeşlerimiz dahi şu an Sivas'a nefret kusuyor. Peki ne değişti? Bir senede mi allahsız oldu bunlar? Hayır..


Bülent Uygun her zaman yanar döner bi makyevelist değil miydi? Tamam, anadoludan şampiyon çıksın, tamam İstanbul hegemonyası yıkılsın ama böyle mi? Kart görenle görmeyeni değişmeli olarak tekme attırarak, rakibi oynatmayarak, faul yaparak, gerekirse sakatlayarak, 60. dakikadan sonra Balili'yi sokup, kontradan atarsan bir gol sonra da üstüne yatarak. Ne ala memleket.. Ne oldu ey futbol dilencileri, ne oldu joga bonitocular?


Biz konuşunca Anadolu düşmanı oluyoruz. Benim anlamadıgım Anadolu takımı olması futbolu çirkinleştirdigi ve hakemler tarafından kollandıgı gerçeğini mi değiştiriyor? Avrupa şampiyonasında Yunanistan yapınca herkes eleştirdi ama Sivasspor yapınca ve çok daha sertini yapınca, yürü be anadolu, 11 aslan(haşa!) yürek, herkes sizin arkanızda. Ben iyi futbol oynayanın yanındayım. Bizde bir laf vardır; başarılar gelir geçer, asalettir önemli olan. Bu asalet de iyi futbolla ve düzgün yönetici taraftar profiliyle olur. Dizi dönen adama "ohhhhhh, ohhhh" diye çemkiren taraftar müsvetteleri de, henüz somut bir başarısı olmadan, daha şimdiden Arsene Wenger'e bok atan, adamsa Sivas'la başarılı olsun diyen, halbuki kendisi Londra'da sıçacak yer bulamayacak, haddini bilmez provakatör ağlak asker selamcı teknik direktörler de, kasap mı futbolcu mu olduğu belli olmayan futbolcu bozuntuları da hak etmiyor şampiyonluğu.


Siz söylemeden ben söyleyeyim. Siz Anadolu kaplanları, yıkılmaz Anti İstanbul felsefenizle diyecekseniz ki, bu İstanbulluların karteli yıkılınca çekemiyorlar bağırmaya başlıyorlar. Sizin en büyük temsilciniz, teknik direktörünüz Bülent Uygun'un devrim yapıp kupayı anadoluya getireceğiniz iddaasına (oynuyoruz değil mi? endüstriyel futbola karşı kupon kültürcüleri?) ben çıkıp desem ki "Lan Bülentciğim Trabzonspor bunu 6 kez yaptı hala ne devrimi"? Hem anadoludan zirveye oynayan takımlar hep olmuştur, ama hiçbiri Sivasspor kadar çağ dışı ve futbolu çirkinleştiren oyun sergilememişlerdir. Son sezonlarda sürekli ilk beşte olan Kayserispor'u düşünün. 90'lardaki Gaziantep'i, Kocaelispor'u veya yakın zamanlarda Gençlerbirliği ile Ersun hocayı. Hangisi başarılı olduğu dönemde bu kadar eleştirildi? Bir de Sivas'ın Bizans oyunlarıyla engelleneceğine dair yaratılan bir hava var. Oturun lig özetlerini izleyin (ligtv maalesef hala diğer maçları canlı vermiyor), anadoludan şampiyon çıkarma gazına diğer takımların Sivas'a karşı olan dirençlerine bakın.

Uzun lafı kısası kendinize Anadolu'dan saygın bir takım arıyorsanız Kadıköy'de bir sıfır öndeyken son dakikalarda yere yatmayan, çirkefleşmeyen, rakip hücuma çıkarken önüne geleni tekmelemeyen Gaziantepspor' a, çatır çatır top oynayan Trabzon'a, taraftarsız da olsa Ankaraspor' a bakın. Bu allahsızlara değil.

Bir Tek Seni Sevdim, Gerisi Yalan..

Gidilmesi zor yerler var gidilmesi gereken cümlesi hiç bu kadar gerçeğe yakın durmamıştı. Gidilmesi şart koyulan, sezon başında ilk gidilecekler sırasında zirveyi zorlayan Sivas yolu bir değil bir sürü sıkıntıdan dolayı pas geçildi. Bunun yarattığı olumsuz baskı deplase isteği tavan yapmış bünyeleri derinden sarstı. Fikstürde en yakın deplase olarak Denizli gözüküyordu. Artık herhangi bir plan yapılması, uygulanıp uygulanmaması sorun değildi. Bir şekilde orada olunacak, avazın çıktığı kadar bağırılacak, kim bilir belki de Sivas'ta kaybedilen o puanın hesabı kendi bedenlerimizden sorulacaktı.

Maçın cumartesi günü oluşu lanet düzenin çarkları içinde çalışanları vurmuş gidilecek kadro sayısı yarı yarıya azalmıştı. Araba yapalım dendi sayı maddi koşulları karşılayamadı. Tren yapalım dendi, demiryolları o yönde bakım yapıyormuş; gelemezsiniz dedi.Eskişehir'e atalım kendimizi bıyıklı tribüncümüzün aracıyla yol alalım dendi, elde olmayan olumsuz cevaplar yukseldi o şehirden de. Lanet olası bir engel vardı önde anlamsızca karşımızda duran..

Cuma akşamı Bakırköy'de sevilen bir birahanede içkiler yudumlanıp kederli şekilde düşünürken, Esenler'e doğru bir telefon açıldı. Sağolsun abimizin de davetiyle semte doğru yol almak için saatlerimizi kurduk gece yarısına. Yudumlanan her damla içki, çekilen her sigara dumanında akıp giden saatler metroda yaşanan istenmeyen ayrılıkla gece yarısını buldu. Esenler'de kısa bir yürüşten sonra tayfabüs gözüktü ufukta. Uzun zaman olmuştu turex ile yol keyfı yaşamayalı..

Geçen yıl biletleri 50 ytl'den çıkaran Denizli yönetimi bu yıl yine aynı güzelliğinin üzerine 10 ytl daha ekleyerek 60 ytl yapması, kaldırılcak otobüs sayısında sıkıntı yarattı. İncirli'de yaşanan kısa süreli sıkıntının ardından diğer otobüsle birlikte sayıların tamamlanmasıyla yol alma vakti gelmişti. Onca engelin sonunda artık sevgiliye ulaşmak için kilometreler vardı sadece.


Gidişimize ağlarcasına yağan yağmurla terk ettik şehri arkamızda bırakıp. Yol yine uzundu. Hava şartlarının olumsuzluğu söyleniyordu hep zaman zaman gördüğümüz kar yığınları bunu haklı çıkarır durumdaydı. Yaşlanmış, yorgun otobüsten gecenin yarısı sessizliği delercesine çalan bir şarkı döndü durdu hep ' Metrisin önünde durdum..' Her çalışında, her bir cümlesinde dahada içeriye gömdü bizi. Uyku ile uyanıklığın arasında kulağa gelen Ahmet Kaya'nın nice nağmeleriyle öğlen saatlerinde gözüktü Denizli tabelası. Dışarıda bahardan kalma bir günü andırırcasına parlayan güneş vardı. İlk istikamet Pamukkale. Geçen yıl tepesine çıkılamayan traverten özlemi bu yıl ne koşulda olursa olsun gerçekleştirilmeliydi. Yol yorgunluğunun ve güzel havanında etkisiyle çimlere yayılan,ayaklarını yıkayan,uyuyan,mangal yakma telaşı içinde olan 2 otobüs dolusu adamla güzel bir cumartesi günüydü Pamukkale'de. Uzakta yine gözüken travertenler vardı. Bu sefer geçen yıl siktir et bişey yok orada diyenlerin sözlerine hak verircesine vazgeçtim o sevdadan.



Şehir girişinde emniyet güçlerinin 17.00 civarında stada hareket edilecek söylemlerinden sonra o saatlerde otobüslere doğru hareket ettik. Sevgiliye ulaşmaya sadece 20 km vardı. Emniyet güçlerinin eskortu ile stada doğru yol aldık yavaş yavaş. Geçen seneki otobüslerin yanaştığı girişin aksine tam karşı tarafta Denizlispor'lu taraftarların içinden geçiyorduk bu sefer. Bizim aklımıza bile gelmedi niye buradan geçiyoruz diye. Emniyetin her zamanki emniyeti sağlama çabalarındandır diye üzerinde bile durmadı kimse. İlk otobüs olarak önden giren araca kenarda el, kol, salya, sümük ve türlü şaklabanlık yapmaya çalışan Denizlililer, işi çığrından çıkarıp anadolu şehirlerinin kendine özgü taşlama sanatını icra etmeye başladılar. Kırılan camlarla o rezil kalabalığa hücum edişimiz anlık oldu. Arkadaki otobüsün kapılarının açılmaması dolayısla camlardan çıkanlarla birlikte geri vitesin bol olduğu şehrin genç çocukları ellerine gelen taşları fırlatmaya başladılar. Yakalanabilen, tutulabilenlere gereken yapıldı. Gerisi zaten emniyet güçleriyle bizler arasındaydı. Zaten aklı mantığı olan hangi insan düşünebilirdi o tip bir grupla, o otobüslerdeki insanların karşı karşıya gelebilme olasılığını? Şayet gelse neler olabileceğini?


İşin bir de basına yansıyan dayak yiyen kameraman boyutu vardı. Orada emniyetin yaptığı yanlış güzergah seçimi, otobüsleri taşlayan Denizlililer falan sanki olayın içinde hiç yokmuşcasına değinilmeden teğet geçildi. Evet, ortada yaralanan bir kameraman vardı. Fakat herkes yaptığına önce bir bakacak sonra söylenmeye başlayacak. Olay anında yüzüne taş isabet eden bir insanın içinde bulunacağı sinir harbini de hesaba katarsak irrite edici bir şekilde kamerayı gözünün içine sokmakta yanlışın önde gidenidir.Ondan sonra dayağı yemende kaçınılmazdır. Her neyse basın yazsın yazacağını, yalan yazmak onların işi nasıl olsa..


Yaşanan olayların yatışmasından sonra emniyet mensuplarının herkesi hızla içeri alma çabası Denizlispor yönetiminin 60 ytl üzerinden belirledıği bilet fıyatlarının da kıçına girmesiyle sonuçlandı. İstanbul sesleriyle şaşkın şaşkın bakan Denizliler arasında, tribünde yer alındı.

Ve sevgili göründü çimlerde. Herkesin yüzündeki o mutlulukla haykırarak başladı nağmeler. İnsan deplasmana gidince karşısında tribün görmek istiyor her manada. Ama Denizli'de koreografi yaparcasına çekirdeklerin paketten alınması ve ağıza götürülmesi hareketi binlerce kişi tarafında büyük bir özveriyle gerçekleştiriliyor. Zaten bu görüntünün haricinde bir de numaralı tribünde osteoporoza girmiş topluluğun arada gençliğini hatırlayıp şişe atması var başka da bir şey yok. Oynanan iyi futbol, istekli mücadele ile zorlanmadan 2(iki) güzel golle yola devam edildi zor günlerin ardından.Alınan galibiyet ve güzel tribün bünyeleri rahatlatmıştı. Dönüş vaktiydi artık. Şehir çıkışında geçen seneki gibi taşlanma beklentisi bu yıl gerçekleşmeyince hayal kırıklığı oluşturdu tüm insanlarda. Yol bizler için ikiye ayrılmıştı yine. Kısa süreli ayrılıkların başlama ve bitiş günleriydi deplasmanlar. Yine öyle oldu. Bir yanımızı İstanbul'a, bir yanımızı İç Anadolu'ya yollayıp usulca sessizliğe gömüldük..
.
Ne yeminler bozduk senin için Cimbom,
Sen çağır yeter biz hep
PEŞİNDEYİZ!

2 Şubat 2009 Pazartesi

Taçsız Kral Metin Oktay....


Ve hiçbir şeyi özlemedik seni özlediğimiz kadar......

Voda..!


Acı, hüzün, keder, yalnızlık adına ne varsa hepsi bizle özdeşleşmiş olsa da.. Hayat her seferinde bize kahpelikleriyle saldırmaya devam etse de, inadına yaşamaya devam...

İYİ Kİ DOĞDUN...!